-
وعدهها باشد حقیقی دل پذیر ** وعدهها باشد مجازی تاسهگیر 180
- Hakiki olan vaatleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaatler ise insanı ıstıraba sokar.
-
وعدهی اهل کرم گنج روان ** وعدهی نااهل شد رنج روان
- Kerem ehlinin vaatleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaatleri ise gönül azabıdır.
-
دریافتن آن ولی رنج را و عرض کردن رنج او را پیش پادشاه
- O velinin, halayığın hastalığını anlaması ve padişaha arz etmesi
-
بعد از آن برخاست و عزم شاه کرد ** شاه را ز ان شمهای آگاه کرد
- Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti, padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti.
-
گفت تدبیر آن بود کان مرد را ** حاضر آریم از پی این درد را
- Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim.
-
مرد زرگر را بخوان ز ان شهر دور ** با زر و خلعت بده او را غرور
- Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.”
-
فرستادن پادشاه رسولان به سمرقند به آوردن زرگر
- Padişahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’a elçiler yollaması
-
شه فرستاد آن طرف یک دو رسول ** حاذقان و کافیان بس عدول 185
- Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.
-
تا سمرقند آمدند آن دو امیر ** پیش آن زرگر ز شاهنشه بشیر
- O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’a kadar geldiler.
-
کای لطیف استاد کامل معرفت ** فاش اندر شهرها از تو صفت
- Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstat, ey marifette kâmil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır.
-
نک فلان شه از برای زرگری ** اختیارت کرد زیرا مهتری
- İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kâmilsin.
-
اینک این خلعت بگیر و زر و سیم ** چون بیایی خاص باشی و ندیم
- Şimdicek şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
-
مرد مال و خلعت بسیار دید ** غره شد از شهر و فرزندان برید 190
- Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı.
-
اندر آمد شادمان در راه مرد ** بیخبر کان شاه قصد جانش کرد
- Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.
-
اسب تازی بر نشست و شاد تاخت ** خونبهای خویش را خلعت شناخت
- Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
-
ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
- Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
-
در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری
- Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
-
چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب 195
- O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü;
-
سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
- Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
-
شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
- Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
-
پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده
- Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
-
تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
- Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
-
شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را 200
- Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti.
-
مدت شش ماه میراندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام
- Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
-
بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر میگداخت
- Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
-
چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
- Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
-
چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
- Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.