-
او چه کرد آن جا که تو آموختی ** ساختی مکری و ما را سوختی
- Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın!” dedi.
-
گفت طوطی کاو به فعلم پند داد ** که رها کن لطف آواز و وداد 1830
- Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak;
-
ز آن که آوازت ترا در بند کرد ** خویشتن مرده پی این پند کرد
- Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı” dedi. Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi.
-
یعنی ای مطرب شده با عام و خاص ** مرده شو چون من که تا یابی خلاص
- Yani “Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın.
-
دانه باشی مرغکانت بر چنند ** غنچه باشی کودکانت بر کنند
- Tane gibi olursan seni kuşcağızlar toparlar, gonca gibi olursan da çocuklar yolarlar. (T.M. 1830)
-
دانه پنهان کن بکلی دام شو ** غنچه پنهان کن گیاه بام شو
- Taneni sakla, tamamıyla tuzak görün; goncanı gizle, damda bitmiş ot gibi ol. (T.M. 1831)
-
هر که داد او حسن خود را در مزاد ** صد قضای بد سوی او رو نهاد 1835
- Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.
-
چشمها و خشمها و رشکها ** بر سرش ریزد چو آب از مشکها
- Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.
-
دشمنان او را ز غیرت میدرند ** دوستان هم روزگارش میبرند
- Düşmanlar kıskançlıklarından onu parça parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler.
-
آن که غافل بود از کشت بهار ** او چه داند قیمت این روزگار
- Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin!
-
در پناه لطف حق باید گریخت ** کاو هزاران لطف بر ارواح ریخت
- Tanrı lütfunun himayesine sığınman gerektir. Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuflar döktü.
-
تا پناهی یابی آن گه چون پناه ** آب و آتش مر ترا گردد سپاه 1840
- Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penah bulasın. Ama nasıl penah? Su ve ateş bile senin askerin olur.
-
نوح و موسی را نه دریا یار شد ** نه بر اعداشان به کین قهار شد
- Nûh’a ve Mûsâ’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi?
-
آتش ابراهیم را نی قلعه بود ** تا بر آورد از دل نمرود دود
- Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı?
-
کوه یحیی را نه سوی خویش خواند ** قاصدانش را به زخم سنگ راند
- Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kastedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi?
-
گفت ای یحیی بیا در من گریز ** تا پناهت باشم از شمشیر تیز
- Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi? “ dedi” diye cevap verdi.
-
وداع کردن طوطی خواجه را و پریدن
- Dudunun tacire veda edip uçması
-
یک دو پندش داد طوطی بینفاق ** بعد از آن گفتش سلام الفراق 1845
- Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allahaısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi.
-
خواجه گفتش فی أمان الله برو ** مر مرا اکنون نمودی راه نو
- Efendisi dedi ki: “Allah selâmet versin git. Sen bana yeni bir yol gösterdin”.
-
خواجه با خود گفت کاین پند من است ** راه او گیرم که این ره روشن است
- Tacir, kendi kendine dedi ki: Bu bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.
-
جان من کمتر ز طوطی کی بود ** جان چنین باید که نیکو پی بود
- Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli.”
-
مضرت تعظیم خلق و انگشت نمای شدن
- Halkın, bir kişiyi ululamasının ve halk tarafından parmakla gösterilmenin kötülüğü
-
تن قفس شکل است تن شد خار جان ** در فریب داخلان و خارجان
- Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir.
-
اینش گوید من شوم هم راز تو ** و آنش گوید نی منم انباز تو 1850
- Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim”der.
-
اینش گوید نیست چون تو در وجود ** در جمال و فضل و در احسان و جود
- Bu der ki: “Varlık âleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.”
-
آنش گوید هر دو عالم آن تست ** جمله جانهامان طفیل جان تست
- Öbürü der ki: “İki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tâbidir.”
-
او چو بیند خلق را سر مست خویش ** از تکبر میرود از دست خویش
- O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmağa başlar.