-
جان کمال است و ندای او کمال ** مصطفی گویان ارحنا یا بلال
- Can, kemaldir, çağırması sesi de kemaldir. Onun için Mustafa “Ey Bilâl bizi dinlendir ferahlandır;
-
ای بلال افراز بانگ سلسلت ** ز آن دمی کاندر دمیدم در دلت
- Ey Bilâl! Gönlüne nefhettiğim o nefhadan, o feyizden dalga dalga coşan sesini yücelt.
-
ز آن دمی کادم از آن مدهوش گشت ** هوش اهل آسمان بیهوش گشت
- Âdem’i bile kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete düşüren o nefhayla sesini yükselt!” buyurdu.
-
مصطفی بیخویش شد ز آن خوب صوت ** شد نمازش از شب تعریس فوت
- Mustafa o güzel sesle kendinden geçti. Ta’rîs gecesinde namazı kaçtı.
-
سر از آن خواب مبارک بر نداشت ** تا نماز صبحدم آمد به چاشت 1990
- O mübarek uykudan başkaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kuşluk çağı geldi.
-
در شب تعریس پیش آن عروس ** یافت جان پاک ایشان دستبوس
- Ta’rîs gecesi, o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine erişti.
-
عشق و جان هر دو نهانند و ستیر ** گر عروسش خواندهام عیبی مگیر
- Aşk ve can... her ikisi de gizli ve örtülüdür. Tanrıya gelin dediğim için beni ayıplama.
-
از ملولی یار خامش کردمی ** گر همو مهلت بدادی یک دمی
- Sevgili, benim sözüme darılsaydı susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi sükût ederdim.
-
لیک میگوید بگو هین عیب نیست ** جز تقاضای قضای غیب نیست
- Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.
-
عیب باشد کاو نبیند جز که عیب ** عیب کی بیند روان پاک غیب 1995
- Ayıptan başka bir şey görmeyene ayıptır. Fakat gayb âleminin pâk ruhu, hiç ayıp görür mü?
-
عیب شد نسبت به مخلوق جهول ** نی به نسبت با خداوند قبول
- Ayıp cahil mahlûka nispetle ayıptır; makbul Tanrıya nispetle değil.
-
کفر هم نسبت به خالق حکمت است ** چون به ما نسبت کنی کفر آفت است
- Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir âfet, bir felâkettir.
-
ور یکی عیبی بود با صد حیات ** بر مثال چوب باشد در نبات
- Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın sapı mesabesindedir.
-
در ترازو هر دو را یکسان کشند ** ز آن که آن هر دو چو جسم و جان خوشند
- Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü nebatat ve sap… İkisi de bedenle can gibi bağdaşmıştır.
-
پس بزرگان این نگفتند از گزاف ** جسم پاکان عین جان افتاد صاف 2000
- Şu halde büyükler, bu sözü boş yere söylemediler: Temiz kişilerin cisimleri de, can gibi saftır.
-
گفتشان و نفسشان و نقششان ** جمله جان مطلق آمد بینشان
- Onların sözleri de nişanı olmayan ve bir kayda gelmeyen can olmuştur, nefisleri de, suretleri de.
-
جان دشمن دارشان جسم است صرف ** چون زیاد از نرد او اسم است صرف
- Onlara düşman olanların canları ise sırf cisimdir. O düşman, tavla oyununda kırılmış zar gibi faydasızdır, ancak bir addan ibarettir.
-
آن به خاک اندر شد و کل خاک شد ** وین نمک اندر شد و کل پاک شد
- Düşman toprağa girdi, tamamı ile toprak oldu. Bu ise tuzlaya düşüp tamamı ile arındı.
-
آن نمک کز وی محمد املح است ** ز آن حدیث با نمک او افصح است
- O tuz, öyle bir tuzdur ki Muhammed, ondan meslâhat kazanmış, o yüzden melih sözü fasih olmuştur.
-
این نمک باقی است از میراث او ** با تواند آن وارثان او بجو 2005
- Bu tuz, bu melâhat, ondan miras kalmıştır; vârisleri de seninledir, ara bul!
-
پیش تو شسته ترا خود پیش کو ** پیش هستت جان پیش اندیش کو
- Vârisler senin huzurunda oturuyorlar, fakat nerede senin huzurun? Senin önündedirler, fakat nerede önü sonu düşünen can?
-
گر تو خود را پیش و پس داری گمان ** بستهی جسمی و محرومی ز جان
- Eğer sen, kendinde ön, art olduğunu sanıyorsan cisme bağlısın, candan mahrumsun.
-
زیر و بالا پیش و پس وصف تن است ** بیجهت آن ذات جان روشن است
- Alt, üst, ön, art; cismin vasfıdır. Nurani olan can ise bunlardan münezzeh ve cihetsizdir.
-
بر گشا از نور پاک شه نظر ** تا نپنداری تو چون کوته نظر
- Kısa görüşlüler gibi zanna düşmemek için gözünü, o pâ padişahın nuruyla aç!
-
که همینی در غم و شادی و بس ** ای عدم کو مر عدم را پیش و پس 2010
- Sen mademki zahiri önü, sonu düşünmektesin... Ancak ve ancak bu gam ve neşe âlemindesin. Ey hakikatte yok olan! Yok olan nerede ön, nerede son?