-
نیست کسب امروز مهمان توام ** چنگ بهر تو زنم آن توام 2085
- Bugün kazanç yok, senin konuğunum. Çengi sana çalacağım, gayrı seninim.”
-
چنگ را برداشت و شد الله جو ** سوی گورستان یثرب آه گو
- Çengi omuzlayıp Tanrı aramağa yola düştü; ah ederek Medine Mezarlığına doğru yollandı.
-
گفت خواهم از حق ابریشم بها ** کاو به نیکویی پذیرد قلبها
- “Tanrı’dan kiriş parası isteyeceğim. Çünkü o kendisine karşı halis olan kalplere kerem ve ihsanıyla eder” dedi.
-
چون که زد بسیار و گریان سر نهاد ** چنگ بالین کرد و بر گوری فتاد
- Bir hayli çenk çalıp ağladı ve başını yere koydu, çengi yastık yaptı bir mezara yaslandı.
-
خواب بردش مرغ جانش از حبس رست ** چنگ و چنگی را رها کرد و بجست
- Çalgıcıyı uyku bastırdı, can kuşu kafesten kurtuldu; çalgıyı da bırakıp sıçradı.
-
گشت آزاد از تن و رنج جهان ** در جهان ساده و صحرای جان 2090
- Sâf bir âleme, can sahrasına vararak tenden ve cihan mihnetinden kurtuldu.
-
جان او آن جا سرایان ماجرا ** کاندر اینجا گر بماندندی مرا
- Canı, orada macerasını şöyle terennüm etmekteydi: Beni burada bıraksalardı.
-
خوش بدی جانم در این باغ و بهار ** مست این صحرا و غیبی لالهزار
- Canım bu bahçede, bu bahar çağında ne hoş bir hale gelir, bu ovanın bu gayb lâleliğinin sarhoşu olurdu.
-
بیپر و بیپا سفر میکردمی ** بیلب و دندان شکر میخوردمی
- Başsız, ayaksız seferler eder, dişsiz, dudaksız şekerler yedim.
-
ذکر و فکری فارغ از رنج دماغ ** کردمی با ساکنان چرخ لاغ
- Felek sakinleriyle zahmetsiz, mihnetsiz zikre, dimağsız fikre dalar, onlarla lâtifeler ederdim.
-
چشم بسته عالمی میدیدمی ** ورد و ریحان بیکفی میچیدمی 2095
- Gözleri kapalı olarak bir âlem görür; elsiz, avuçsuz güller, reyhanlar devşirirdim...
-
مرغ آبی غرق دریای عسل ** عین ایوبی شراب و مغتسل
- Çalgıcı, bir su kuşuydu; bu âlem de bir bal denizi. Bu bal Eyyub Peygamber’in içtiği ve yıkandığı pınardı.
-
که بدو ایوب از پا تا به فرق ** پاک شد از رنجها چون نور شرق
- Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pirüpak oldu.
-
مثنوی در حجم گر بودی چو چرخ ** درنگنجیدی در او زین نیم برخ
- Mesnevi hacım bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, hatta küçük bir cüz’ünü ihata edemezdi.
-
کان زمین و آسمان بس فراخ ** کرد از تنگی دلم را شاخ شاخ
- Hâlbuki çok geniş olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
-
وین جهانی کاندر این خوابم نمود ** از گشایش پر و بالم را گشود 2100
- Bu bir âlemdir ki bana rüyada göründü; açıklığıyla kolumu, kanadımı açtı.
-
این جهان و راهش ار پیدا بدی ** کم کسی یک لحظهای آن جا بدی
- Bu âlemle bu âlemin yolu meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
-
امر میآمد که نی طامع مشو ** چون ز پایت خار بیرون شد برو
- İhtiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamah etme, mademki ayağından diken çıkmıştır, haydi git” diye emir gelmekte.
-
مول مولی میزد آن جا جان او ** در فضای رحمت و احسان او
- Canı ise orada, Tanrı’nın rahmet ve ihsanı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
-
در خواب گفتن هاتف مر عمر را رضی الله عنه که چندین زر از بیت المال به آن مرد ده که در گورستان خفته است
- Hâtif’in rüyada Ömer’e “ Beytülmalden şu kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver “ demesi
-
آن زمان حق بر عمر خوابی گماشت ** تا که خویش از خواب نتوانست داشت
- O sırada Hak Ömer’e bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.
-
در عجب افتاد کاین معهود نیست ** این ز غیب افتاد بیمقصود نیست 2105
- “Bu mûtat bir şey değildi. Bu uyku, gayb âleminden geldi. Sebepsiz olamaz” diye taaccüpte kaldı.
-
سر نهاد و خواب بردش خواب دید ** کامدش از حق ندا جانش شنید
- Başını koydu, uyudu. Rüyasında hak tarafından bir ses geldi, bu sesi ruhu duydu.
-
آن ندایی کاصل هر بانگ و نواست ** خود ندا آن است و این باقی صداست
- O ses öyle bir sesti ki her sesin nağmenin aslıdır. Asıl ses odur, o sesten başka sesler, aksi sedadır.
-
ترک و کرد و پارسی گو و عرب ** فهم کرده آن ندا بیگوش و لب
- Türk, Kürt, Zenci, Acem, Arap bütün milletler kulağa, dudağa muhtaç olmadan bu sesi anlamışlardır.
-
خود چه جای ترک و تاجیک است و زنگ ** فهم کرده ست آن ندا را چوب و سنگ
- Hattâ Türk, Acem ve Zenci şöyle dursun... o sesi dağlar taşlar bile işitmiştir.