English    Türkçe    فارسی   

1
2148-2172

  • تا به ناموس مسلمانی زی‌‌اند ** در تسلس تا ندانی که کی‌‌اند
  • Bu suretle müslümanlık ediyle anılarak yaşamak, kim olduklarını, ne inanışta bulunduklarını sana bildirmemek istemişlerdir.
  • همچو قلابان بر آن نقد تباه ** نقره می‌‌مالند و نام پادشاه‌‌
  • Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüş sürerler ve üstüne padişahın adını kazırlarsa,
  • ظاهر الفاظشان توحید و شرع ** باطن آن همچو در نان تخم صرع‌‌ 2150
  • Onları sözlerinin dış yüzü de tevhit ve şeriattir; fakat iç yüzü, ekmekteki delice tohumuna benzer.
  • فلسفی را زهره نی تا دم زند ** دم زند دین حقش بر هم زند
  • Felsefecinin, dini inkâra, yahut din ehliyle mübahaseye kudreti yoktur. Böyle bir şeye girişirse Hak din, onu mahveder.
  • دست و پای او جماد و جان او ** هر چه گوید آن دو در فرمان او
  • Onun eli, ayağı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermanına uyar, dediğini yapar.
  • با زبان گر چه که تهمت می‌‌نهند ** دست و پاهاشان گواهی می‌‌دهند
  • Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehadet edip durur.
  • اظهار معجزه‌‌ی پیغامبر علیه السلام به سخن آمدن سنگ ریزه در دست ابو جهل و گواهی دادن سنگ ریزه بر حقیقت محمد علیه الصلاة و السلام‌‌
  • Peygamber Aleyhisselâm’ın mucizesi, Ebucehil Aleyhillâne’nin elinde taş parçalarının dile gelerek Muhammed Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in doğruluğuna şehadet etmeleri
  • سنگها اندر کف بو جهل بود ** گفت ای احمد بگو این چیست زود
  • Ebucehl’in elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: “Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle!
  • گر رسولی چیست در مشتم نهان ** چون خبر داری ز راز آسمان‌‌ 2155
  • Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne saklı?”
  • گفت چون خواهی بگویم کان چهاست ** یا بگویند آن که ما حقیم و راست‌‌
  • Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin? Dedi.
  • گفت بو جهل این دوم نادرتر است ** گفت آری حق از آن قادرتر است‌‌
  • Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, Tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.”
  • از میان مشت او هر پاره سنگ ** در شهادت گفتن آمد بی‌‌درنگ‌‌
  • Derhal Ebucehl’in avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye başladı.
  • لا إله گفت و إلا الله گفت ** گوهر احمد رسول الله سفت‌‌
  • “İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrı’ya tapılır” dedi ve “Muhammed, Tanrı elçisidir” incisini deldi.
  • چون شنید از سنگها بو جهل این ** زد ز خشم آن سنگها را بر زمین‌‌ 2160
  • Ebucehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu.
  • بقیه‌‌ی قصه‌‌ی مطرب و پیغام رسانیدن عمر به او آن چه هاتف آواز داد
  • Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emirülmüminîn Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun kendisine Hatifin söylediğini alıp ulaştırması
  • باز گرد و حال مطرب گوش دار ** ز آن که عاجز گشت مطرب ز انتظار
  • Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten bunalınca.
  • بانگ آمد مر عمر را کای عمر ** بنده‌‌ی ما را ز حاجت باز خر
  • Ömer’e yine ses geldi! “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
  • بنده‌‌ای داریم خاص و محترم ** سوی گورستان تو رنجه کن قدم‌‌
  • Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyar et.
  • ای عمر برجه ز بیت المال عام ** هفت صد دینار در کف نه تمام‌‌
  • Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!
  • پیش او بر کای تو ما را اختیار ** این قدر بستان کنون معذور دار 2165
  • O parayı huzuruna götürüp “O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör.
  • این قدر از بهر ابریشم بها ** خرج کن چون خرج شد اینجا بیا
  • Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.
  • پس عمر ز آن هیبت آواز جست ** تا میان را بهر این خدمت ببست‌‌
  • Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bağladı.
  • سوی گورستان عمر بنهاد رو ** در بغل همیان دوان در جستجو
  • Koltuğu altında para kesesi olduğu halde koşarak çalgıcıyı arayıp taramak için mezarlığa yüz tuttu.
  • گرد گورستان دوانه شد بسی ** غیر آن پیر او ندید آن جا کسی‌‌
  • Mezarlığın etrafını bir hayli döndü, dolaştı; orada o ihtiyardan başka kimseyi göremedi.
  • گفت این نبود دگر باره دوید ** مانده گشت و غیر آن پیر او ندید 2170
  • “Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha koştu. Nihayet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan başkasını göremedi.
  • گفت حق فرمود ما را بنده‌‌ای است ** صافی و شایسته و فرخنده‌‌ای است‌‌
  • Kendi kendisine “Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek kulumuz var;
  • پیر چنگی کی بود خاص خدا ** حبذا ای سر پنهان حبذا
  • İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!”