English    Türkçe    فارسی   

1
2225-2249

  • ای خدایا ممسکان را در جهان ** تو مده الا زیان اندر زیان‌‌ 2225
  • Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey verme!”
  • ای بسا امساک کز انفاق به ** مال حق را جز به امر حق مده‌‌
  • Fakat nice esirgemeler vardır ki vermeden iyidir. Tanrı malını Tanrı’nın buyurduğu yerden gayriye verme,
  • تا عوض یابی تو گنج بی‌‌کران ** تا نباشی از عداد کافران‌‌
  • Ki hadde hesaba sığmaz hazine elde edesin ve bu suretle kâfirlere, küfranı nimet edenlere katılmayasın.
  • کاشتران قربان همی‌‌کردند تا ** چیره گردد تیغشان بر مصطفا
  • Kâfirler; kılıçları, Mustafa’ya üstün olsun diye develer kurban edenlerdi.
  • امر حق را باز جو از واصلی ** امر حق را در نیابد هر دلی‌‌
  • Tanrı emrini, Tanrı’ya ulaşmış birisinden sor, öğren. Her gönül, Tanrı emrini anlayamaz.
  • چون غلام یاغیی کاو عدل کرد ** مال شه بر باغیان او بذل کرد 2230
  • (Yersiz ihsan), âsi bir kölenin, gûya adalet ediyorum, ihsanda bulunuyorum diye padişahın malını âsilere dağıtmasına benzer.
  • در نبی انذار اهل غفلت است ** کان همه انفاقهاشان حسرت است‌‌
  • Kur’an’da “onların bütün ihsanları hasretten ibarettir” diye gaflet ehlini korkutan bir âyet vardır.
  • عدل این یاغی و دادش نزد شاه ** چه فزاید دوری و روی سیاه‌‌
  • Şu âsinin adlü ihsanı, onu padişahtan daha ziyade uzaklaştırır, gözden düşürür ve ancak yüzünü kara eder.
  • سروران مکه در حرب رسول ** بودشان قربان به اومید قبول‌‌
  • Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de , Tanrı tarafından kabul edilir ümidiyleydi.
  • بهر این مومن همی‌‌گوید ز بیم ** در نماز اهد الصراط المستقیم‌‌
  • İşte bunun için mümin tevfika mazhar olamamak korkusundan daima namazda “İhdinas sıratal mustakim” der.
  • آن درم دادن سخی را لایق است ** جان سپردن خود سخای عاشق است‌‌ 2235
  • O para veriş cömert kişiye lâyıktır. Can vermekse esasen âşıkın vergisidir.
  • نان دهی از بهر حق نانت دهند ** جان دهی از بهر حق جانت دهند
  • Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can verirsen sana da can bahşederler.
  • گر بریزد برگهای این چنار ** برگ بی‌‌برگیش بخشد کردگار
  • Şu çınarın yaprakları dökülürse Tanrı, ona yapraksızlık azığı bağışlar.
  • گر نماند از جود در دست تو مال ** کی کند فضل خدایت پای مال‌‌
  • Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Tanrı’nın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi?
  • هر که کارد گردد انبارش تهی ** لیکش اندر مزرعه باشد بهی‌‌
  • Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada belli olur.
  • و آن که در انبار ماند و صرفه کرد ** اشپش و موش و حوادث پاک خورد 2240
  • Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler.
  • این جهان نفی است در اثبات جو ** صورتت صفر است در معنات جو
  • Bu cihan tamamiyle fânidir; aradığını sebatlı, kararlı âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini mâna âleminde dile!
  • جان شور تلخ پیش تیغ بر ** جان چون دریای شیرین را بخر
  • Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi olan canı al!
  • ور نمی‌‌دانی شدن زین آستان ** باری از من گوش کن این داستان‌‌
  • Eğer bu kapıdan bunu almaya kudretin yoksa bari şu hikâyeyi dinle!
  • قصه‌‌ی خلیفه که در کرم در زمان خود از حاتم طایی گذشته بود و نظیر خود نداشت‌‌
  • Zamanında Kerem ve ihsanda Hatemi Tai’yi geçen ve nazirî bulunmayan Halifenin hikâyesi
  • یک خلیفه بود در ایام پیش ** کرده حاتم را غلام جود خویش‌‌
  • Eski zamanda bir halife vardı ki, Hâtem’i cömertliğine köle etmişti.
  • رایت اکرام و داد افراشته ** فقر و حاجت از جهان برداشته‌‌ 2245
  • İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı.
  • بحر و کان از بخشش‌‌اش صاف آمده ** داد او از قاف تا قاف آمده‌‌
  • Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lûtuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı.
  • در جهان خاک ابر و آب بود ** مظهر بخشایش وهاب بود
  • O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu. İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı.
  • از عطایش بحر و کان در زلزله ** سوی جودش قافله بر قافله‌‌
  • Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu.
  • قبله‌‌ی حاجت در و دروازه‌‌اش ** رفته در عالم به جود آوازه‌‌اش‌‌
  • Kapısı, hacet kıblesiydi. Şöhreti, cömertlikle bütün âleme yayılmıştı.