-
پاک بود از شهوت و حرص و هوا ** نیک کرد او لیک نیک بد نما 235
- Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.
-
گر خضر در بحر کشتی را شکست ** صد درستی در شکست خضر هست
- Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık var.
-
وهم موسی با همه نور و هنر ** شد از آن محجوب، تو بیپر مپر
- O kadar nur ve hünerle beraber Mûsâ’nın vehmi, ondan mahcuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma!
-
آن گل سرخ است تو خونش مخوان ** مست عقل است او تو مجنونش مخوان
- O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma!
-
گر بدی خون مسلمان کام او ** کافرم گر بردمی من نام او
- Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını ağzıma alırsam!
-
میبلرزد عرش از مدح شقی ** بد گمان گردد ز مدحش متقی 240
- Arş kötü kişinin övülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.
-
شاه بود و شاه بس آگاه بود ** خاص بود و خاصهی الله بود
- O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de Tanrı hası.
-
آن کسی را کش چنین شاهی کشد ** سوی بخت و بهترین جاهی کشد
- Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir, en iyi bir makama çeker, yüceltir.
-
گر ندیدی سود او در قهر او ** کی شدی آن لطف مطلق قهر جو
- Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
-
بچه میلرزد از آن نیش حجام ** مادر مشفق در آن غم شاد کام
- Çocuk hacamatçının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
-
نیم جان بستاند و صد جان دهد ** آن چه در وهمت نیاید آن دهد 245
- Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.
-
تو قیاس از خویش میگیری و لیک ** دور دور افتادهای بنگر تو نیک
- Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
-
حکایت بقال و طوطی و روغن ریختن طوطی در دکان
- Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
-
بود بقالی و وی را طوطیی ** خوش نوایی سبز و گویا طوطیی
- Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
-
بر دکان بودی نگهبان دکان ** نکته گفتی با همه سوداگران
- Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
-
در خطاب آدمی ناطق بدی ** در نوای طوطیان حاذق بدی
- İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
-
جست از سوی دکان سویی گریخت ** شیشههای روغن گل را بریخت 250
- Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
-
از سوی خانه بیامد خواجهاش ** بر دکان بنشست فارغ خواجهوش
- Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
-
دید پر روغن دکان و جامه چرب ** بر سرش زد گشت طوطی کل ز ضرب
- Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
-
روزکی چندی سخن کوتاه کرد ** مرد بقال از ندامت آه کرد
- Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye başladı.
-
ریش بر میکند و میگفت ای دریغ ** کافتاب نعمتم شد زیر میغ
- Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.
-
دست من بشکسته بودی آن زمان ** که زدم من بر سر آن خوش زبان 255
- O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum?
-
هدیهها میداد هر درویش را ** تا بیابد نطق مرغ خویش را
- Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
-
بعد سه روز و سه شب حیران و زار ** بر دکان بنشسته بد نومید وار
- Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken
-
مینمود آن مرغ را هر گون شگفت ** تا که باشد کاندر آید او بگفت
- Ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
-
جولقیی سر برهنه میگذشت ** با سر بیمو چو پشت طاس و طشت
- Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.