English    Türkçe    فارسی   

1
2430-2454

  • چون که دیگی حایل آید هر دو را ** نیست کرد آن آب را کردش هوا 2430
  • İkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateş, o suyu yok eder, hava haline getirir.
  • ظاهرا بر زن چو آب ار غالبی ** باطنا مغلوب و زن را طالبی‌‌
  • Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlûpsun, sen onu istemektesin.
  • این چنین خاصیتی در آدمی است ** مهر حیوان را کم است آن از کمی است‌‌
  • Böyle bir hassa ancak Âdemoğlundadır. Çünkü insanda muhabbet vardır. Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nâkıs olmasından ileri gelmiştir.
  • در بیان این خبر که انهن یغلبن العاقل و یغلبهن الجاهل‌‌
  • Kadınlar, akıllı kişiye galebe ederler, fakat cahil kişi onlara galip olur
  • گفت پیغمبر که زن بر عاقلان ** غالب آید سخت و بر صاحب دلان‌‌
  • Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar.
  • باز بر زن جاهلان چیره شوند ** ز آن که ایشان تند و بس خیره روند
  • Fakat cahiller, kadına galebe ederler.” Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar.
  • کم بودشان رقت و لطف و وداد ** ز آن که حیوانی است غالب بر نهاد 2435
  • Onlarda acıma, lûtfetme, sevme azdır. Çünkü tabiatlarında, yaradılışlarında hayvanlık üstündür.
  • مهر و رقت وصف انسانی بود ** خشم و شهوت وصف حیوانی بود
  • Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse... hayvanlık vasfıdır.
  • پرتو حق است آن معشوق نیست ** خالق است آن گوییا مخلوق نیست‌‌
  • Kadın, Hak nurudur, sevgili değil... Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir!
  • تسلیم کردن مرد خود را به آن چه التماس زن بود از طلب معیشت و آن اعتراض زن را اشارت حق دانستن: بنزد عقل هر داننده‌‌ای هست که با گردنده گرداننده‌‌ای هست‌‌
  • O adamın kendisini karısına teslim etmesi, kadının istek ve itirazını Hakk’ın emri bilmesi… Dönen bir şeyi bir döndürenin bulunduğu, her bilene göre alken sabittir
  • مرد ز آن گفتن پشیمان شد چنان ** کز عوانی ساعت مردن عوان‌‌
  • Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o bedevî de söylediğine pişman oldu.
  • گفت خصم جان جان چون آمدم ** بر سر جان من لگدها چون زدم‌‌
  • “Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum?” dedi.
  • چون قضا آید فرو پوشد بصر ** تا نداند عقل ما پا را ز سر 2440
  • Aklımız baştan ayağı fark etmesin diye kaza geldi mi, gözümüzü örtüyor.
  • چون قضا بگذشت خود را می‌‌خورد ** پرده بدریده گریبان می‌‌درد
  • Kaza geçince, insan kendisini yemeğe başlar. Perdesi yırtılan, sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar.
  • مرد گفت ای زن پشیمان می‌‌شوم ** گر بدم کافر مسلمان می‌‌شوم‌‌
  • Bedevî dedi ki: “Ey kadın, pişman oluyorum. Kâfir olmuşsam bile müslüman olmaktayım.
  • من گنه‌‌کارم توام رحمی بکن ** بر مکن یک بارگیم از بیخ و بن‌‌
  • Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kâmilen söküp atma!”
  • کافر پیر ار پشیمان می‌‌شود ** چون که عذر آرد مسلمان می‌‌شود
  • İhtiyar kâfir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve müslüman olur.
  • حضرت پر رحمت است و پر کرم ** عاشق او هم وجود و هم عدم‌‌ 2445
  • Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur. Varlık da ona âşık yokluk da.
  • کفر و ایمان عاشق آن کبریا ** مس و نقره بنده‌‌ی آن کیمیا
  • Küfür de o ululuk sahibi Tanrı’ya âşıktır, iman da; bakır da o kimyanın kuludur, gümüş de!
  • در بیان آن که موسی و فرعون هر دو مسخر مشیت‌‌اند چنان که زهر و پادزهر و ظلمات و نور و مناجات کردن فرعون به خلوت تا ناموس نشکند
  • Zehirle panzehir, zulmetle nur nasıl Tanrı dileğine müsahharsa Mûsâ ve Firavun da Tanrı dileğine müsahhardır. Firavun’un, şerefine halel gelmemesi için Tanrı’ya yalnızca münacatı
  • موسی و فرعون معنی را رهی ** ظاهر آن ره دارد و این بی‌‌رهی‌‌
  • Mûsâ’nın da mâna cihetinden bir yolu vardır, Firavun’un da. Fakat, zâhiren Mûsâ yolludur, Firavun yolsuz.
  • روز موسی پیش حق نالان شده ** نیم شب فرعون گریان آمده‌‌
  • Mûsâ , gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavunda gece yarısı ağladı,
  • کاین چه غل است ای خدا بر گردنم ** ور نه غل باشد که گوید من منم‌‌
  • Dedi ki; “Ey Tanrı, boynundaki bu demir zincir nedir? Boynumda demir zincir olmasa kim “ Ben, benim” der (asılsız dâvaya. Benliğe kalkışır? )
  • ز آن که موسی را منور کرده‌‌ای ** مر مرا ز آن هم مکدر کرده‌‌ای‌‌ 2450
  • Şüphe yok ki Mûsâ’yı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara daldırdın.
  • ز آن که موسی را تو مه رو کرده‌‌ای ** ماه جانم را سیه رو کرده‌‌ای‌‌
  • Mûsâ’yı, ay yüzlü bir hale getirten dileğinle canımın aynı kara yüzlü bir hale getirdin.
  • بهتر از ماهی نبود استاره‌‌ام ** چون خسوف آمد چه باشد چاره‌‌ام‌‌
  • Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki. Tutulursa ne çarem var?
  • نوبتم گر رب و سلطان می‌‌زنند ** مه گرفت و خلق پنگان می‌‌زنند
  • Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, Sultan diye tutuyor ama doğrusu ay tutulmuş, tas çalıyorlar!
  • می‌‌زنند آن طاس و غوغا می‌‌کنند ** ماه را ز آن زخمه رسوا می‌‌کنند
  • Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay etmektedirler.