-
نیم جان بستاند و صد جان دهد ** آن چه در وهمت نیاید آن دهد 245
- Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.
-
تو قیاس از خویش میگیری و لیک ** دور دور افتادهای بنگر تو نیک
- Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
-
حکایت بقال و طوطی و روغن ریختن طوطی در دکان
- Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
-
بود بقالی و وی را طوطیی ** خوش نوایی سبز و گویا طوطیی
- Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
-
بر دکان بودی نگهبان دکان ** نکته گفتی با همه سوداگران
- Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
-
در خطاب آدمی ناطق بدی ** در نوای طوطیان حاذق بدی
- İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
-
جست از سوی دکان سویی گریخت ** شیشههای روغن گل را بریخت 250
- Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
-
از سوی خانه بیامد خواجهاش ** بر دکان بنشست فارغ خواجهوش
- Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
-
دید پر روغن دکان و جامه چرب ** بر سرش زد گشت طوطی کل ز ضرب
- Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
-
روزکی چندی سخن کوتاه کرد ** مرد بقال از ندامت آه کرد
- Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye başladı.
-
ریش بر میکند و میگفت ای دریغ ** کافتاب نعمتم شد زیر میغ
- Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.
-
دست من بشکسته بودی آن زمان ** که زدم من بر سر آن خوش زبان 255
- O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum?
-
هدیهها میداد هر درویش را ** تا بیابد نطق مرغ خویش را
- Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
-
بعد سه روز و سه شب حیران و زار ** بر دکان بنشسته بد نومید وار
- Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken
-
مینمود آن مرغ را هر گون شگفت ** تا که باشد کاندر آید او بگفت
- Ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
-
جولقیی سر برهنه میگذشت ** با سر بیمو چو پشت طاس و طشت
- Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.
-
طوطی اندر گفت آمد در زمان ** بانگ بر درویش زد که هی فلان 260
- Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı:
-
از چه ای کل با کلان آمیختی ** تو مگر از شیشه روغن ریختی
- “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?! “
-
از قیاسش خنده آمد خلق را ** کو چو خود پنداشت صاحب دلق را
- Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
-
کار پاکان را قیاس از خود مگیر ** گر چه ماند در نبشتن شیر و شیر
- Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
-
جمله عالم زین سبب گمراه شد ** کم کسی ز ابدال حق آگاه شد
- Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
-
همسری با انبیا برداشتند ** اولیا را همچو خود پنداشتند 265
- Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar.
-
گفته اینک ما بشر ایشان بشر ** ما و ایشان بستهی خوابیم و خور
- Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
-
این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بیمنتها
- “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
-
هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل
- Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
-
هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب
- Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.