-
روح صالح قابل آفات نیست ** زخم بر ناقه بود بر ذات نیست
- Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı yaralanmaz.
-
کس نیابد بر دل ایشان ظفر ** بر صدف آمد ضرر نی بر گهر
- Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil.
-
روح صالح قابل آزار نیست ** نور یزدان سغبهی کفار نیست
- Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı’nın nuru, kâfirlere mağlup olmaz.
-
حق از آن پیوست با جسمی نهان ** تاش آزارند و بینند امتحان
- Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti.
-
بیخبر کآزار این آزار اوست ** آب این خم متصل با آب جوست 2520
- Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir.
-
ز آن تعلق کرد با جسمی اله ** تا که گردد جمله عالم را پناه
- Tanrı bütün âleme penah olsun diye bir cisme alâka bağlamıştır.
-
ناقهی جسم ولی را بنده باش ** تا شوی با روح صالح خواجهتاش
- Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın.
-
گفت صالح چون که کردید این حسد ** بعد سه روز از خدا نقمت رسد
- Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız… üç gün sonra Tanrı’dan azap erişecek.
-
بعد سه روز دگر از جان ستان ** آفتی آید که دارد سه نشان
- Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrı’dan başka bir âfet gelecek ki onun üç alâmeti vardır:
-
رنگ روی جمله تان گردد دگر ** رنگ رنگ مختلف اندر نظر 2525
- Hepinizin yüzünüzün rengi değişir. Birbirinize bakınca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz.
-
روز اول رویتان چون زعفران ** در دوم رو سرخ همچون ارغوان
- İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır.
-
در سوم گردد همه روها سیاه ** بعد از آن اندر رسد قهر اله
- Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrı’nın kahrı gelir, çatar.
-
گر نشان خواهید از من زین وعید ** کرهی ناقه به سوی که دوید
- Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın!
-
گر توانیدش گرفتن چاره هست ** ور نه خود مرغ امید از دام جست
- Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi.
-
کس نتانست اندر آن کره رسید ** رفت در کهسارها شد ناپدید 2530
- Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu.
-
گفت دیدید آن قضا مبرم شده ست ** صورت اومید را گردن زده ست
- Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrı’nın bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu.”
-
کرهی ناقه چه باشد خاطرش ** که بجا آرید ز احسان و برش
- Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatırını ele alın, onun isteğini yerine getirin.
-
گر بجا آید دلش رستید از آن ** ور نه نومیدید و ساعد را گزان
- Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz; yoksa, pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür.
-
چون شنیدند این وعید منکدر ** چشم بنهادند و آن را منتظر
- Salih’ten bu bulanık vâdi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar.
-
روز اول روی خود دیدند زرد ** میزدند از ناامیدی آه سرد 2535
- Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördüler.Ümitsizlikle soğuk soğuk ah etmeye başladılar.
-
سرخ شد روی همه روز دوم ** نوبت اومید و توبه گشت گم
- İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu.
-
شد سیه روز سوم روی همه ** حکم صالح راست شد بیملحمه
- Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru çıktı.
-
چون همه در ناامیدی سر زدند ** همچو مرغان در دو زانو آمدند
- Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler.
-
در نبی آورد جبریل امین ** شرح این زانو زدن را جاثمین
- Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Câsimîn” âyetini getirerek Kur’an’da anlattı.
-
زانو آن دم زن که تعلیمت کنند ** وز چنین زانو زدن بیمت کنند 2540
- Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yani belâ gelmeden diz çök!