English    Türkçe    فارسی   

1
254-278

  • ریش بر می‌‌کند و می‌‌گفت ای دریغ ** کافتاب نعمتم شد زیر میغ‌‌
  • Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.
  • دست من بشکسته بودی آن زمان ** که زدم من بر سر آن خوش زبان‌‌ 255
  • O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum?
  • هدیه‌‌ها می‌‌داد هر درویش را ** تا بیابد نطق مرغ خویش را
  • Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
  • بعد سه روز و سه شب حیران و زار ** بر دکان بنشسته بد نومید وار
  • Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken
  • می‌‌نمود آن مرغ را هر گون شگفت ** تا که باشد کاندر آید او بگفت‌‌
  • Ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
  • جولقیی سر برهنه می‌‌گذشت ** با سر بی‌‌مو چو پشت طاس و طشت‌‌
  • Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.
  • طوطی اندر گفت آمد در زمان ** بانگ بر درویش زد که هی فلان‌‌ 260
  • Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı:
  • از چه ای کل با کلان آمیختی ** تو مگر از شیشه روغن ریختی‌‌
  • “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?! “
  • از قیاسش خنده آمد خلق را ** کو چو خود پنداشت صاحب دلق را
  • Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
  • کار پاکان را قیاس از خود مگیر ** گر چه ماند در نبشتن شیر و شیر
  • Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
  • جمله عالم زین سبب گمراه شد ** کم کسی ز ابدال حق آگاه شد
  • Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
  • همسری با انبیا برداشتند ** اولیا را همچو خود پنداشتند 265
  • Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar.
  • گفته اینک ما بشر ایشان بشر ** ما و ایشان بسته‌‌ی خوابیم و خور
  • Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
  • این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بی‌‌منتها
  • “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
  • هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل‌‌
  • Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
  • هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب‌‌
  • Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
  • هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر 270
  • Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu.
  • صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین‌‌
  • Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
  • این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
  • Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
  • این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
  • Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
  • این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشته‌‌ی پاک و ان دیو است و دد
  • Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
  • هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست‌‌ 275
  • Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.
  • جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب‌‌
  • Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
  • سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس‌‌
  • (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
  • ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
  • Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.