English    Türkçe    فارسی   

1
2547-2571

  • حق بگفته صبر کن بر جورشان ** پندشان ده بس نماند از دورشان‌‌
  • Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti.
  • من بگفته پند شد بند از جفا ** شیر پند از مهر جوشد وز صفا
  • Ben, “ Cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, sâflıktan coşup akar” demiştim.
  • بس که کردید از جفا بر جای من ** شیر پند افسرد در رگهای من‌‌
  • Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu.
  • حق مرا گفته ترا لطفی دهم ** بر سر آن زخمها مرهم نهم‌‌ 2550
  • Tanrı, bana “Ben sana lûtuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu.
  • صاف کرده حق دلم را چون سما ** روفته از خاطرم جور شما
  • Hak, gönlümü gök gibi sâf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü.
  • در نصیحت من شده بار دگر ** گفته امثال و سخنها چون شکر
  • Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye başladım.
  • شیر تازه از شکر انگیخته ** شیر و شهدی با سخن آمیخته‌‌
  • Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı tatlı öğütler vermeye koyuldum.
  • در شما چون زهر گشته آن سخن ** ز آن که زهرستان بدید از بیخ و بن‌‌
  • O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baştan aşağı zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz.
  • چون شوم غمگین که غم شد سر نگون ** غم شما بودید ای قوم حرون‌‌ 2555
  • Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti. Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz.
  • هیچ کس بر مرگ غم نوحه کند ** ریش سر چون شد کسی مو بر کند
  • Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?”
  • رو به خود کرد و بگفت ای نوحه‌‌گر ** نوحه‌‌ات را می‌‌نیرزد آن نفر
  • Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!”
  • کژ مخوان ای راست خواننده‌‌ی مبین ** کیف آسی قل لقوم ظالمین‌‌
  • Ey Kur’an’ı doğru okuyan! Eğri okuma. Zâlim kavmin ardından nasıl yas tutayım?
  • باز اندر چشم و دل او گریه یافت ** رحمتی بی‌‌علتی در وی بتافت‌‌
  • Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı. Onda sebepsiz bir merhamet hâsıl oldu.
  • قطره می‌‌بارید و حیران گشته بود ** قطره‌‌ی بی‌‌علت از دریای جود 2560
  • Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
  • عقل او می‌‌گفت کین گریه ز چیست ** بر چنان افسوسیان شاید گریست‌‌
  • O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı?
  • بر چه می‌‌گریی بگو بر فعلشان ** بر سپاه کینه توز بدنشان‌‌
  • Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi?
  • بر دل تاریک پر زنگارشان ** بر زبان زهر همچون مارشان‌‌
  • Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
  • بر دم و دندان سگسارانه‌‌شان ** بر دهان و چشم کژدم خانه‌‌شان‌‌
  • Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi?
  • بر ستیز و تسخر و افسوسشان ** شکر کن چون کرد حق محبوسشان‌‌ 2565
  • İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!
  • دستشان کژ پایشان کژ چشم کژ ** مهرشان کژ صلح‌‌شان کژ خشم کژ
  • Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri...
  • از پی تقلید و معقولات نقل ** پا نهاده بر جمال پیر عقل‌‌
  • Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl pîrinin başına ayak bastılar.
  • پیر خر نی جمله گشته پیر خر ** از ریای چشم و گوش همدگر
  • Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.
  • از بهشت آورد یزدان بردگان ** تا نمایدشان سقر پروردگان‌‌
  • Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”
  • در معنی آن که مرج البحرين يلتقیان بينهما برزخ لا يبغیان
  • Tanrı iki deniz yarattı,birbirlerine kavuştukları halde aralarında bir perde vardır,birbirlerine karışmazlar“ âyetlerinin mânası
  • اهل نار و خلد را بین هم دکان ** در میانشان برزخ لا یبغیان‌‌ 2570
  • Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkânda otururlar. Aralarında bir perde vardır, birbirlerine karışmazlar.
  • اهل نار و اهل نور آمیخته ** در میانشان کوه قاف انگیخته‌‌
  • Nâr ehliyle nur ehli, görünüşte karışıktır ama aralarında Kaf dağı çekilmiştir.