-
پس سلیمان همتی باید که او ** بگذرد زین صد هزاران رنگ و بو
- Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin.
-
با چنان قوت که او را بود هم ** موج آن ملکش فرومیبست دم 2610
- Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu.
-
چون بر او بنشست زین اندوه گرد ** بر همه شاهان عالم رحم کرد
- Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da.
-
شد شفیع و گفت این ملک و لوا ** با کمالی ده که دادی مر مرا
- Şefaat edip ”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver.
-
هر که را بدهی و بکنی آن کرم ** او سلیمان است و آن کس هم منم
- Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman odur, o da benim.
-
او نباشد بعدی او باشد معی ** خود معی چه بود منم بیمدعی
- O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir. Hattâ benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim” dedi.
-
شرح این فرض است گفتن لیک من ** باز میگردم به قصهی مرد و زن 2615
- Bunu anlatmak farzdır. Ama biz, yine karıkoca hikâyesine dönüyoruz.
-
مخلص ماجرای عرب و جفت او
- Arapla eşine ait hikâyenin sonu
-
ماجرای مرد و زن را مخلصی ** باز میجوید درون مخلصی
- Bir Muhlis’in (Çelebi Hüsameddin’in) gönlü, o karı ve koca hikâyesinin neticesini istemekte.
-
ماجرای مرد و زن افتاد نقل ** آن مثال نفس خود میدان و عقل
- Karıkoca hikâyesi, bir masaldan ibaret. Fakat onu nefsinle aklının misali bil.
-
این زن و مردی که نفس است و خرد ** نیک بایسته ست بهر نیک و بد
- Bu kadınla erkek nefisle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır, kötü kişiye de.
-
وین دو بایسته در این خاکی سرا ** روز و شب در جنگ و اندر ماجرا
- Bu ikisi, toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta macera içinde.
-
زن همیخواهد هویج خانگاه ** یعنی آب رو و نان و خوان و جاه 2620
- Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lâzım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur.
-
نفس همچون زن پی چارهگری ** گاه خاکی گاه جوید سروری
- Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gâh toprağa döşenir, tevazu gösterir; gâh ululuk diler, yücelir.
-
عقل خود زین فکرها آگاه نیست ** در دماغش جز غم الله نیست
- Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur. Fikrinde Tanrı gamından başka bir şey yoktur.
-
گر چه سر قصه این دانه ست و دام ** صورت قصه شنو اکنون تمام
- Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle.
-
گر بیان معنوی کافی شدی ** خلق عالم عاطل و باطل بدی
- Eğer yalnız mânaya ait anlatış kifayet etseydi âlem halkı, tamamı ile işten güçten kalır, âlemin nizamı bozulur giderdi.
-
گر محبت فکرت و معنیستی ** صورت روزه و نمازت نیستی 2625
- Sevgi, düşünce ve mânadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının zâhiri suretleri de kalmaz, yok olurdu.
-
هدیههای دوستان با همدیگر ** نیست اندر دوستی الا صور
- Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir.
-
تا گواهی داده باشد هدیهها ** بر محبتهای مضمر در خفا
- Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder.
-
ز آن که احسانهای ظاهر شاهدند ** بر محبتهای سر ای ارجمند
- Çünkü, ey ulu kişi, zâhiri iyilikler gizli sevgilere şahittir.
-
شاهدت گه راست باشد گه دروغ ** مست گاهی از می و گاهی ز دوغ
- Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoş, bazen şaraptan olur, bazen de ayrandan!
-
دوغ خورده مستیی پیدا کند ** های و هوی و سر گرانیها کند 2630
- Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür.
-
آن مرایی در صیام و در صلاست ** تا گمان آید که او مست ولاست
- O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.
-
حاصل افعال برونی دیگر است ** تا نشان باشد بر آن چه مضمر است
- Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye alâmettir.
-
یا رب آن تمییز ده ما را به خواست ** تا شناسیم آن نشان کژ ز راست
- Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi ver de o eğri, yalancı alâmeti,doğrusundan ayırt edelim.