-
زن نمیدانست کانجا بر گذر ** هست جاری دجلهی همچون شکر
- Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp durmakta.
-
در میان شهر چون دریا روان ** پر ز کشتیها و شست ماهیان
- Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp gitmekte.
-
رو بر سلطان و کار و بار بین ** حس تجری تحتها الأنهار بین
- Padişahın huzuruna var da şevketi, azameti gör; altından nehirler akan bahçeler diye övülen yerlere bak!
-
این چنین حسها و ادراکات ما ** قطرهای باشد در آن نهر صفا
- O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katradan ibarettir.
-
در نمد دوختن زن عرب سبوی آب باران را و مهر نهادن بر وی از غایت اعتقاد عرب
- Arabın su testisini keçeye sarıp dikmesi ve ağzını kapatması
-
مرد گفت آری سبو را سر ببند ** هین که این هدیه ست ما را سودمند 2720
- Arap, evet, dedi. Testinin ağzını kapa, hakikaten armağan, bize faydalı.
-
در نمد در دوز تو این کوزه را ** تا گشاید شه به هدیه روزه را
- Keçeye sar, sarmala. Padişah, orucunu armağanla açsın.
-
کاین چنین اندر همه آفاق نیست ** جز رحیق و مایهی اذواق نیست
- Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur. Bu halis şarap, zevk ve sefa kaynağı!
-
ز آن که ایشان ز آبهای تلخ و شور ** دایما پر علتاند و نیم کور
- Çünkü onlar acı tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör olmuşlardır.
-
مرغ کآب شور باشد مسکنش ** او چه داند جای آب روشنش
- Durağı, yatağı acı subaşı olan kuş; sâf berrak suyu ne bilsin?
-
ای که اندر چشمهی شورست جان ** تو چه دانی شط و جیحون و فرات 2725
- Yurdun acı su kaynağı; Şatt’ı, Ceyhun’u nereden bileceksin?
-
ای تو نارسته از این فانی رباط ** تو چه دانی محو و سکر و انبساط
- Ey şu fâni konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi ne bilirsin ki!
-
ور بدانی نقلت از اب وز جد است ** پیش تو این نامها چون ابجد است
- Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin. Senin yanında bu adlar ebced gibidir.
-
ابجد و هوز چه فاش است و پدید ** بر همه طفلان و معنی بس بعید
- Ebced, hevvez. Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat mânası yok.
-
پس سبو برداشت آن مرد عرب ** در سفر شد میکشیدش روز و شب
- Hulâsa, Arap testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu taşımaktaydı.
-
بر سبو لرزان بد از آفات دهر ** هم کشیدش از بیابان تا به شهر 2730
- Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta... şehre kadar götürdü.
-
زن مصلا باز کرده از نیاز ** رب سلم ورد کرده در نماز
- Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
-
که نگه دار آب ما را از خسان ** یا رب آن گوهر بدان دریا رسان
- “Suyumuzu, bayağı kişilerden koru...Ya Rabbi, bu inciyi o denize ulaştır.
-
گر چه شویم آگه است و پر فن است ** لیک گوهر را هزاران دشمن است
- Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı olur.
-
خود چه باشد گوهر آب کوثر است ** قطرهای زین است کاصل گوهر است
- Cevher dediğin de nedir ki... Bu su Kevser suyudur. İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu.
-
از دعاهای زن و زاری او ** وز غم مرد و گرانباری او 2735
- Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle,
-
سالم از دزدان و از آسیب سنگ ** برد تا دار الخلافه بیدرنگ
- Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin ta Hilâfet Şehrine kadar götürdü.
-
دید درگاهی پر از انعامها ** اهل حاجت گستریده دامها
- Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu. Haceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar?
-
دم به دم هر سوی صاحب حاجتی ** یافته ز آن در عطا و خلعتی
- Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail olmuş, hil’atler elde etmiş.
-
بهر گبر و مومن و زیبا و زشت ** همچو خورشید و مطر نی چون بهشت
- O kapı; kâfire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi… Hattâ cennet gibi.
-
دید قومی در نظر آراسته ** قوم دیگر منتظر برخاسته 2740
- Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor. Bir bölük halk gördü ayakta, hizmet bekliyor.