-
چون شود جانش محک نقدها ** پس ببیند قلب را و قلب را
- Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
-
نشاندن پادشاهان صوفیان عارف را پیش روی خویش تا چشمشان بدیشان روشن شود
- Padişahların ârif sofileri karşılarına oturtması
-
پادشاهان را چنان عادت بود ** این شنیده باشی ار یادت بود 3150
- Hatırlarsan duymuşsundur; padişahların böyle bir âdeti vardı:
-
دست چپشان پهلوانان ایستند ** ز آنکه دل پهلوی چپ باشد ببند
- Sol taraflarında yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
-
مشرف و اهل قلم بر دست راست ** ز آن که علم و خط و ثبت آن دست راست
- Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
-
صوفیان را پیش رو موضع دهند ** کاینهی جاناند و ز آیینه بهند
- Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
-
سینه صیقلها زده در ذکر و فکر ** تا پذیرد آینهی دل نقش بکر
- Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilâlamışlardır.
-
هر که او از صلب فطرت خوب زاد ** آینه در پیش او باید نهاد 3155
- Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir.
-
عاشق آیینه باشد روی خوب ** صیقل جان آمد و تقوی القلوب
- Güzel yüz aynaya âşıktır. Güzel yüz, aynaya âşık olduğu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
-
آمدن مهمان پیش یوسف علیه السلام و تقاضا کردن یوسف از او تحفه و ارمغان
- Bir konuğun Yusuf-u Sıddıyk’a gelmesi, Yusuf’un ondan bir armağan istemesi
-
آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان
- Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
-
کآشنا بودند وقت کودکی ** بر وسادهی آشنایی متکی
- Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri âşinalık yastığına yaslanmışlardı.
-
یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
- Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
-
عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله 3160
- Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok.
-
شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
- Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
-
گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه
- Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
-
در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
- Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
-
گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
- İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
-
گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشهها بر ساختند 3165
- Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
-
بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
- Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
-
باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
- Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
-
باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت
- Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
-
این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
- Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
-
بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان 3170
- Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi.
-
بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بیگندمی در آسیا
- Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
-
حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
- Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
-
جئتمونا و فرادی بینوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
- Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.