-
عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله 3160
- Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok.
-
شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
- Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
-
گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه
- Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
-
در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
- Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
-
گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
- İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
-
گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشهها بر ساختند 3165
- Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
-
بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
- Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
-
باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
- Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
-
باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت
- Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
-
این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
- Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
-
بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان 3170
- Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi.
-
بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بیگندمی در آسیا
- Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
-
حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
- Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
-
جئتمونا و فرادی بینوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
- Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
-
هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
- Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
-
یا امید باز گشتنتان نبود ** وعدهی امروز باطلتان نمود 3175
- Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der.
-
وعدهی مهمانیاش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری
- Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
-
ور نهای منکر چنین دست تهی ** در در آن دوست چون پا مینهی
- İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
-
اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
- Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
-
شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون
- Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
-
اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین 3180
- Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar.
-
وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصهی واسع شوی
- Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
-
آن که ارض الله واسع گفتهاند ** عرصهای دان کانبیا در رفتهاند
- “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
-
دل نگردد تنگ ز آن عرصهی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ
- O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
-
حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده میشوی و سر نگون
- Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.