-
علت ابلیس انا خیری بده ست ** وین مرض در نفس هر مخلوق هست
- İblis’in illeti “Ben, Âdem’den hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlûkta vardır.
-
گر چه خود را بس شکسته بیند او ** آب صافی دان و سرگین زیر جو
- Bu hastalığa müptelâ olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan sâf su bil!
-
چون بشوراند ترا در امتحان ** آب سرگین رنگ گردد در زمان
- İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır.
-
در تگ جو هست سرگین ای فتی ** گر چه جو صافی نماید مر ترا
- Ey yiğit! Irmak sana sâf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var.
-
هست پیر راه دان پر فطن ** باغهای نفس کل را جوی کن 3220
- Yol bilen anlayışlı pîr, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır.
-
جوی خود را کی تواند پاک کرد ** نافع از علم خدا شد علم مرد
- Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Tanrı bilgisiyle fayda verir.
-
کی تراشد تیغ دستهی خویش را ** رو به جراحی سپار این ریش را
- Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster.
-
بر سر هر ریش جمع آمد مگس ** تا نبیند قبح ریش خویش کس
- Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek üşer.
-
آن مگس اندیشهها و آن مال تو ** ریش تو آن ظلمت احوال تو
- O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet!
-
ور نهد مرهم بر آن ریش تو پیر ** آن زمان ساکن شود درد و نفیر 3225
- Eğer o yaraya pîr merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir.
-
تا که پندارد که صحت یافته ست ** پرتو مرهم بر آن جا تافته ست
- Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
-
هین ز مرهم سر مکش ای پشت ریش ** و آن ز پرتو دان مدان از اصل خویش
- Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
-
مرتد شدن کاتب وحی به سبب آن که پرتو وحی بر او زد آن آیت را پیش از پیغامبر صلی الله علیه و اله بخواند گفت پس من هم محل وحیم
- Vahiy kâtibine vahyin ışığı urunca âyeti Peygamber Aleyhisselâm’dan önce okuması ve “Bana da vahiy geliyor” diyerek dininden dönmesi
-
پیش از عثمان یکی نساخ بود ** کاو به نسخ وحی جدی مینمود
- Osman’dan önce bir kâtip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi.
-
چون نبی از وحی فرمودی سبق ** او همان را وانبشتی بر ورق
- Peygamber, kendisine vahyedilen âyetleri söyledi mi o, hemen kâğıda yazardı.
-
پرتو آن وحی بر وی تافتی ** او درون خویش حکمت یافتی 3230
- Vahyin ışığı, kâtibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı.
-
عین آن حکمت بفرمودی رسول ** زین قدر گمراه شد آن بو الفضول
- Peygamber de onun içine doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı. Yoldan çıkıp.
-
کانچه میگوید رسول مستنیر ** مر مرا هست آن حقیقت در ضمیر
- ”Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
-
پرتو اندیشهاش زد بر رسول ** قهر حق آورد بر جانش نزول
- Düşüncesinin ışığı, Peygambere vurdu, kâtibin canına Tanrı’nın kahrı gelip çattı.
-
هم ز نساخی بر آمد هم ز دین ** شد عدوی مصطفی و دین به کین
- Hem kâtiplikten çıktı, hem dinden. Kinlenip Mustafa’ya ve dine düşman oldu.
-
مصطفی فرمود کای گبر عنود ** چون سیه گشتی اگر نور از تو بود 3235
- Mustafa “ Ey inatçı kâfir! Nur, sendense niçin şimdi kapkara kesildin?
-
گر تو ینبوع الهی بودیی ** این چنین آب سیه نگشودیی
- Eğer Tanrı ırmağının kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın” dedi.
-
تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان
- Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
-
اندرون میسوختش هم زین سبب ** توبه کردن مینیارست این عجب
- Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası ki tövbe de edemiyordu.
-
آه میکرد و نبودش آه سود ** چون در آمد تیغ و سر را در ربود
- Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.
-
کرده حق ناموس را صد من حدید ** ای بسا بسته به بند ناپدید 3240
- Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır!