English    Türkçe    فارسی   

1
3255-3279

  • ای برادر بر تو حکمت جاریه ست ** آن ز ابدال است و بر تو عاریه ست‌‌ 3255
  • Kardeş sana akıp duran hikmet “ Tanrı Abdâli’ndendir, sana âriyettir.
  • گر چه در خود خانه نوری یافته ست ** آن ز همسایه‌‌ی منور تافته ست‌‌
  • O kendisinde bir nur bulmuştur ama o nur, padişahların eşiğinden vurmuştur.
  • شکر کن غره مشو بینی مکن ** گوش دار و هیچ خود بینی مکن‌‌
  • Şükret, mağrur olma, ululanma, kulak as ve hiç kendini görme.
  • صد دریغ و درد کاین عاریتی ** امتان را دور کرد از امتی‌‌
  • Yüz binlerce ah ki bu âriyet hal, ümmetleri ümmetlikten uzaklaştırdı.
  • من غلام آن که او در هر رباط ** خویش را واصل نداند بر سماط
  • Kendisini, her konakta sofra başına varacak sanmayan kişiye kul olayım.
  • بس رباطی که بباید ترک کرد ** تا به مسکن در رسد یک روز مرد 3260
  • Adamın bir gün evine varabilmesi için bir çok konakları terk etmesi lâzımdır.
  • گر چه آهن سرخ شد او سرخ نیست ** پرتو عاریت آتش زنی است‌‌
  • Demir kıpkırmızı oldu ama hakikatte kızıl değildir ki. Bu kızıllık, bir ocağın demire verdiği âriyet kızıllıktır.
  • گر شود پر نور روزن یا سرا ** تو مدان روشن مگر خورشید را
  • Penceredeki cam, yahut ev; nurlanırsa, ışık verirse onu parlak sanma , anla ki parlaklık güneştedir.
  • هر در و دیوار گوید روشنم ** پرتو غیری ندارم این منم‌‌
  • Her kapı, duvar “ Ben parlağım, başkasının nuruyla parlamıyorum. Parlayan benim” diyebilir.
  • پس بگوید آفتاب ای نارشید ** چون که من غارب شوم آید پدید
  • Fakat güneş “Ey ham! Hele ben bir batayım da ne olduğun meydana çıkar” der.
  • سبزه‌‌ها گویند ما سبز از خودیم ** شاد و خندانیم و بس زیبا خدیم‌‌ 3265
  • Yeşillikler “ Biz kendimizden yeşerdik, sevinç içindeyiz, gülümseyip duruyoruz, ta ezelden beri bu yücelik bizde var” diyebilirler.
  • فصل تابستان بگوید ای امم ** خویش را بینید چون من بگذرم‌‌
  • Fakat yaz mevsimi, onlara “ Ey ümmetler, ben geçeyim de o vakit kendinizi görün” der.
  • تن همی‌‌نازد به خوبی و جمال ** روح پنهان کرده فر و پر و بال‌‌
  • Vücut güzellikle öğünür, nazlanır durur. Çünkü ruh, kuvvetini, kolunu kanadını gizlemiştir.
  • گویدش ای مزبله تو کیستی ** یک دو روز از پرتو من زیستی‌‌
  • Vücuda der ki: “Ey süprüntülük! Sen kim oluyorsun ki? Bir iki gün benim ışığımla yaşadın:
  • غنج و نازت می‌‌نگنجد در جهان ** باش تا که من شوم از تو جهان‌‌
  • Nazın işven dünyaya sığmıyor? Hele dur, bekle; ben senden çıkayım da gör.
  • گرم‌‌دارانت ترا گوری کنند ** طعمه‌‌ی موران و مارانت کنند 3270
  • Seni o ziyadesiyle sevenler, mezara tıkarlar; karıncalara, yılanlara gıda ederler.
  • بینی از گند تو گیرد آن کسی ** کاو به پیش تو همی‌‌مردی بسی‌‌
  • Çok defalar senin önünde ölüme razı olan yok mu? İşte o, senin pis kokundan burnunu tıkar!”
  • پرتو روح است نطق و چشم و گوش ** پرتو آتش بود در آب جوش‌‌
  • Söz, göz, kulak... Hep ruhun ışığıdır. Suda coşan pırıldayan, ateşin parıltısıdır.
  • آن چنان که پرتو جان بر تن است ** پرتو ابدال بر جان من است‌‌
  • Canın ışığı nasıl tene vuruyorsa Abdâl’ın ışığı da benim canıma vurmakta.
  • جان جان چون واکشد پا را ز جان ** جان چنان گردد که بی‌‌جان تن بدان‌‌
  • Canın canı olan o Abdâl’ın ışığı candan ayak çekti mi...Ten, cansız ne hale gelirse o hale gelir. Şunu bil ki,
  • سر از آن رو می‌‌نهم من بر زمین ** تا گواه من بود در روز دین‌‌ 3275
  • Ben kıyamet günü bu sözüme şahit olsun diye yere baş koyuyorum.
  • یوم دین که زلزلت زلزالها ** این زمین باشد گواه حالها
  • Yerlerin şiddetle sarsıldığı kıyamet gününde bu yeryüzü, insanların hallerine şahit olur.
  • کاو تحدث جهرة أخبارها ** در سخن آید زمین و خاره‌‌ها
  • Gizlediği haberleri apaşikâr söyler. Yeryüzü ve dikenler söze gelir.
  • فلسفی منکر شود در فکر و ظن ** گو برو سر را بر آن دیوار زن‌‌
  • Filozof; kendi fikrince, kendi zannınca bunu inkâr eder. Ona de: Sen var, başını o duvara vura gör!
  • نطق آب و نطق خاک و نطق گل ** هست محسوس حواس اهل دل‌‌
  • Gönül ehlinin duyguları; suyun, toprağın, çamurun sözünü duyar durur.