English    Türkçe    فارسی   

1
3602-3626

  • آن دل چون سنگ را ما چند چند ** نرم گفتیم و نمی‌‌پذرفت پند
  • O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat öğüt almadı.
  • ریش بد را داروی بد یافت رگ ** مر سر خر را سزد دندان سگ‌‌
  • Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilâç konur, eşeğin başına köpeğin dişi lâyıktır.
  • الخبیثات الخبیثین حکمت است ** زشت را هم زشت جفت و بابت است‌‌
  • “Habîs olan şeyler habîsler içindir” hükmü bir hikmettir. Çirkine münasip olan çirkin eştir.
  • پس تو هر جفتی که می‌‌خواهی برو ** محو و هم شکل و صفات او بشو 3605
  • Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Tanrı’da mahvol, onun sıfatlarını kazan!
  • نور خواهی مستعد نور شو ** دور خواهی خویش بین و دور شو
  • Nur istersen nura istidat kazan; Tanrı’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş!
  • ور رهی خواهی ازین سجن خرب ** سر مکش از دوست و اسجد و اقترب‌‌
  • Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş!
  • بقیه‌‌ی قصه‌‌ی زید در جواب رسول علیه السلام‌‌
  • Zeyd’in, Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’e cevabı, bu hikâyenin sonu
  • این سخن پایان ندارد خیز زید ** بر براق ناطقه بر بند قید
  • Bu sözün sonu yoktur. Zeyd; kalk, natıka Burak’ını bağla!
  • ناطقه چون فاضح آمد عیب را ** می‌‌دراند پرده‌‌های غیب را
  • Söz söylemek kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar.
  • غیب مطلوب حق آمد چند گاه ** این دهل‌‌زن را بران بر بند راه‌‌ 3610
  • Tanrı, nice yerlerde gaybı ister. Şu davulcuyu sür, yolu kapa.
  • تک مران در کش عنان مستور به ** هر کس از پندار خود مسرور به‌‌
  • Atını hızlı sürme, yuları çek. Sırların gizli kalması, herkesin gizli zannından mesrur olması daha iyi.
  • حق همی‌‌خواهد که نومیدان او ** زین عبادت هم نگردانند رو
  • Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini istemektedir;
  • هم به اومیدی مشرف می‌‌شوند ** چند روزی در رکابش می‌‌دوند
  • Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde koşup dursunlar;
  • خواهد آن رحمت بتابد بر همه ** بر بد و نیک از عموم مرحمه‌‌
  • Tanrı’nın merhameti herkese şâmil olduğundan diler ki o rahmet, herkesi aydınlatsın.
  • حق همی‌‌خواهد که هر میر و اسیر ** با رجا و خوف باشند و حذیر 3615
  • Her bey, her esir, ümit ve korkuyla Tanrı’dan çekinsin.
  • این رجا و خوف در پرده بود ** تا پس این پرده پرورده شود
  • Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye perde ardına girmiştir.
  • چون دریدی پرده کو خوف و رجا ** غیب را شد کر و فری بر ملا
  • Ümit ve korku perdesini yırttın mı... Gayb, bütün şâşâasıyla ortaya çıkar.
  • بر لب جو برد ظنی یک فتا ** که سلیمان است ماهی‌‌گیر ما
  • Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, “Bu balıkçı Süleyman olmalı” diye zanna düştü.
  • گر وی است این از چه فرد است و خفی است ** ور نه سیمای سلیمانیش چیست‌‌
  • Süleyman’sa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu derece Süleyman’a benziyor?”
  • اندر این اندیشه می‌‌بود او دو دل ** تا سلیمان گشت شاه و مستقل‌‌ 3620
  • Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar gönlünde bu şüphe vardı.
  • دیو رفت از ملک و تخت او گریخت ** تیغ بختش خون آن شیطان بریخت‌‌
  • Dev, onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o şeytanın kanını döktü.
  • کرد در انگشت خود انگشتری ** جمع آمد لشکر دیو و پری‌‌
  • Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına topladı.
  • آمدند از بهر نظاره رجال ** در میانشان آن که بد صاحب خیال‌‌
  • Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı.
  • چون در انگشتش بدید انگشتری ** رفت اندیشه و تحری یک سری‌‌
  • Süleyman’ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti.
  • وهم آن گاه است کان پوشیده است ** این تحری از پی نادیده است‌‌ 3625
  • Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu araştırma görünmeyen şey içindir.
  • شد خیال غایب اندر سینه زفت ** چون که حاضر شد خیال او برفت‌‌
  • Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.