-
حکم بر دل بعد از این بیواسطه ** حق کند چون یافت دل این رابطه
- Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
-
این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
- Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
-
رجوع به حکایت زید
- Zeyd’in hikâyesine dönüş
-
زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت
- Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
-
تو که باشی زید هم خود را نیافت ** همچو اختر که بر او خورشید تافت
- Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı!
-
نی از او نقشی بیابی نی نشان ** نی کهی یابی نه راه کهکشان 3670
- Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!
-
شد حواس و نطق با پایان ما ** محو نور دانش سلطان ما
- Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu.
-
حسها و عقلهاشان در درون ** موج در موج لدينا محضرون
- (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde “Ledeynâ Muhdarûn” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.
-
چون شب آمد باز وقت بار شد ** انجم پنهان شده بر کار شد
- Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
-
بیهشان را وادهد حق هوشها ** حلقه حلقه حلقهها در گوشها
- Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir.
-
پای کوبان دست افشان در ثنا ** ناز نازان ربنا أحییتنا 3675
- Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler.
-
آن جلود و آن عظام ریخته ** فارسان گشته غبار انگیخته
- O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir;
-
حمله آرند از عدم سوی وجود ** در قیامت هم شکور و هم کنود
- Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa hamle ederler.
-
سر چه میپیچی کنی نادیدهای ** در عدم ز اول نه سرپیچیدهای
- Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?
-
در عدم افشرده بودی پای خویش ** که مرا که بر کند از جای خویش
- “Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin.
-
مینبینی صنع ربانیت را ** که کشید او موی پیشانیت را 3680
- Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek:
-
تا کشیدت اندر این انواع حال ** که نبودت در گمان و در خیال
- Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
-
آن عدم او را هماره بنده است ** کار کن دیوا سلیمان زنده است
- O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman diridir!
-
دیو میسازد جفان کالجواب ** زهره نی تا دفع گوید یا جواب
- Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
-
خویش را بین چون همیلرزی ز بیم ** مر عدم را نیز لرزان دان مقیم
- Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil!
-
ور تو دست اندر مناصب میزنی ** هم ز ترس است آن که جانی میکنی 3685
- Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.
-
هر چه جز عشق خدای احسن است ** گر شکر خواری است آن جان کندن است
- En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
-
چیست جان کندن سوی مرگ آمدن ** دست در آب حیاتی نازدن
- Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek.
-
خلق را دو دیده در خاک و ممات ** صد گمان دارند در آب حیات
- Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
-
جهد کن تا صد گمان گردد نود ** شب برو ور تو بخسبی شب رود
- Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider!
-
در شب تاریک جوی آن روز را ** پیش کن آن عقل ظلمت سوز را 3690
- O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!