English    Türkçe    فارسی   

1
3667-3691

  • این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
  • Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
  • رجوع به حکایت زید
  • Zeyd’in hikâyesine dönüş
  • زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت‌‌
  • Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
  • تو که باشی زید هم خود را نیافت ** همچو اختر که بر او خورشید تافت‌‌
  • Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı!
  • نی از او نقشی بیابی نی نشان ** نی کهی یابی نه راه کهکشان‌‌ 3670
  • Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!
  • شد حواس و نطق با پایان ما ** محو نور دانش سلطان ما
  • Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu.
  • حسها و عقلهاشان در درون ** موج در موج لدينا محضرون‌‌
  • (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde “Ledeynâ Muhdarûn” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.
  • چون شب آمد باز وقت بار شد ** انجم پنهان شده بر کار شد
  • Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
  • بی‌‌هشان را وادهد حق هوشها ** حلقه حلقه حلقه‌‌ها در گوشها
  • Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir.
  • پای کوبان دست افشان در ثنا ** ناز نازان ربنا أحییتنا 3675
  • Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler.
  • آن جلود و آن عظام ریخته ** فارسان گشته غبار انگیخته‌‌
  • O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir;
  • حمله آرند از عدم سوی وجود ** در قیامت هم شکور و هم کنود
  • Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa hamle ederler.
  • سر چه می‌‌پیچی کنی نادیده‌‌ای ** در عدم ز اول نه سرپیچیده‌‌ای‌‌
  • Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?
  • در عدم افشرده بودی پای خویش ** که مرا که بر کند از جای خویش‌‌
  • “Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin.
  • می‌‌نبینی صنع ربانیت را ** که کشید او موی پیشانیت را 3680
  • Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek:
  • تا کشیدت اندر این انواع حال ** که نبودت در گمان و در خیال‌‌
  • Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
  • آن عدم او را هماره بنده است ** کار کن دیوا سلیمان زنده است‌‌
  • O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman diridir!
  • دیو می‌‌سازد جفان کالجواب ** زهره نی تا دفع گوید یا جواب‌‌
  • Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
  • خویش را بین چون همی‌‌لرزی ز بیم ** مر عدم را نیز لرزان دان مقیم‌‌
  • Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil!
  • ور تو دست اندر مناصب می‌‌زنی ** هم ز ترس است آن که جانی می‌‌کنی‌‌ 3685
  • Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.
  • هر چه جز عشق خدای احسن است ** گر شکر خواری است آن جان کندن است‌‌
  • En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
  • چیست جان کندن سوی مرگ آمدن ** دست در آب حیاتی نازدن‌‌
  • Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek.
  • خلق را دو دیده در خاک و ممات ** صد گمان دارند در آب حیات‌‌
  • Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
  • جهد کن تا صد گمان گردد نود ** شب برو ور تو بخسبی شب رود
  • Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider!
  • در شب تاریک جوی آن روز را ** پیش کن آن عقل ظلمت سوز را 3690
  • O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!
  • در شب بد رنگ بس نیکی بود ** آب حیوان جفت تاریکی بود
  • Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır.