-
در زمان انداخت شمشیر آن علی ** کرد او اندر غزایش کاهلی 3725
- Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti.
-
گشت حیران آن مبارز زین عمل ** وز نمودن عفو و رحمت بیمحل
- O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
-
گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی
- Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
-
آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من
- Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
-
آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست
- Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
-
آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید 3730
- Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı.
-
آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان
- Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
-
در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی
- Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
-
در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بیشبیه
- Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
-
ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
- Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
-
ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بیزحمت بداد 3735
- Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
-
از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم
- O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
-
تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
- O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
-
تا هم ایشان از خسیسی خاستند ** گندنا و تره و خس خواستند
- Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.
-
امت احمد که هستند از کرام ** تا قیامت هست باقی آن طعام
- Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
-
چون ابیت عند ربی فاش شد ** یطعم و یسقی کنایت زاش شد 3740
- Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu.
-
هیچ بیتاویل این را در پذیر ** تا در آید در گلو چون شهد و شیر
- Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
-
ز آن که تاویل است وا داد عطا ** چون که بیند آن حقیقت را خطا
- Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
-
آن خطا دیدن ز ضعف عقل اوست ** عقل کل مغز است و عقل جزو پوست
- Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
-
خویش را تاویل کن نه اخبار را ** مغز را بد گوی نی گلزار را
- Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de, gülbahçesine değil!
-
ای علی که جمله عقل و دیدهای ** شمه ای واگو از آن چه دیدهای 3745
- Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle.
-
تیغ حلمت جان ما را چاک کرد ** آب علمت خاک ما را پاک کرد
- Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı.
-
باز گو دانم که این اسرار هوست ** ز آن که بیشمشیر کشتن کار اوست
- Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
-
صانع بیآلت و بیجارحه ** واهب این هدیههای رابحه
- Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.
-
صد هزاران میچشاند هوش را ** که خبر نبود دو چشم و گوش را
- Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi vardır, ne kulağın!