English    Türkçe    فارسی   

1
48-72

  • گر خدا خواهد نگفتند از بطر ** پس خدا بنمودشان عجز بشر
  • Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi.
  • ترک استثنا مرادم قسوتی است ** نی همین گفتن که عارض حالتی است‌‌
  • ”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir.
  • ای بسا ناورده استثنا به گفت ** جان او با جان استثناست جفت‌‌ 50
  • Hey gidi nice inşaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.
  • هر چه کردند از علاج و از دوا ** گشت رنج افزون و حاجت ناروا
  • İlâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.
  • آن کنیزک از مرض چون موی شد ** چشم شه از اشک خون چون جوی شد
  • O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü.
  • از قضا سرکنگبین صفرا فزود ** روغن بادام خشکی می‌‌نمود
  • Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı.
  • از هلیله قبض شد اطلاق رفت ** آب آتش را مدد شد همچو نفت‌‌
  • Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
  • ظاهر شدن عجز حکیمان از معالجه‌‌ی کنیزک و روی آوردن پادشاه به درگاه خدا و در خواب دیدن او ولی را
  • Halayığın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padişahın anlaması, Tanrı tapusuna yüz tutması ve bir uluyu rüyada görmesi
  • شه چو عجز آن حکیمان را بدید ** پا برهنه جانب مسجد دوید 55
  • Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.
  • رفت در مسجد سوی محراب شد ** سجده گاه از اشک شه پر آب شد
  • Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.
  • چون به خویش آمد ز غرقاب فنا ** خوش زبان بگشاد در مدح و ثنا
  • Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
  • کای کمینه بخششت ملک جهان ** من چه گویم چون تو می‌‌دانی نهان‌‌
  • “En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
  • ای همیشه حاجت ما را پناه ** بار دیگر ما غلط کردیم راه‌‌
  • Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
  • لیک گفتی گر چه می‌‌دانم سرت ** زود هم پیدا کنش بر ظاهرت‌‌ 60
  • Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
  • چون بر آورد از میان جان خروش ** اندر آمد بحر بخشایش به جوش‌‌
  • Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
  • در میان گریه خوابش در ربود ** دید در خواب او که پیری رو نمود
  • Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
  • گفت ای شه مژده حاجاتت رواست ** گر غریبی آیدت فردا ز ماست‌‌
  • Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
  • چون که آید او حکیمی حاذق است ** صادقش دان که امین و صادق است‌‌
  • O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
  • در علاجش سحر مطلق را ببین ** در مزاجش قدرت حق را ببین‌‌ 65
  • İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”
  • چون رسید آن وعده‌‌گاه و روز شد ** آفتاب از شرق، اختر سوز شد
  • Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
  • بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
  • Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
  • دید شخصی فاضلی پر مایه‌‌ای ** آفتابی در میان سایه‌‌ای‌‌
  • Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
  • می‌‌رسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال‌‌
  • Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
  • نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان‌‌ 70
  • Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
  • بر خیالی صلح‌‌شان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان‌‌
  • Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
  • آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست‌‌
  • Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.