-
این امانت ز آن امانت یافته ست ** کافتاب عدل بر وی تافته ست 510
- Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır.
-
تا نشان حق نیارد نو بهار ** خاک سرها را نکرده آشکار
- İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?
-
آن جوادی که جمادی را بداد ** این خبرها وین امانت وین سداد
- O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada, kuru yeryüzüne vermiştir.
-
مر جمادی را کند فضلش خبیر ** عاقلان را کرده قهر او ضریر
- Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
-
جان و دل را طاقت آن جوش نیست ** با که گویم در جهان یک گوش نیست
- Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyleyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
-
هر کجا گوشی بد از وی چشم گشت ** هر کجا سنگی بد از وی یشم گشت 515
- Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü.
-
کیمیا ساز است چه بود کیمیا ** معجزه بخش است چه بود سیمیا
- Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?
-
این ثنا گفتن ز من ترک ثناست ** کین دلیل هستی و هستی خطاست
- Benim bu övüşüm, övmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu övüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
-
پیش هست او بباید نیست بود ** چیست هستی پیش او کور و کبود
- Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir!
-
گر نبودی کور از او بگداختی ** گرمی خورشید را بشناختی
- Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.
-
ور نبودی او کبود از تعزیت ** کی فسردی همچو یخ این ناحیت 520
- Bu zahiri vücudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir.
-
بیان خسارت وزیر در این مکر
- Vezirin bu hilede ziyana uğraması
-
همچو شه نادان و غافل بد وزیر ** پنجه میزد با قدیم ناگزیر
- Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu.
-
با چنان قادر خدایی کز عدم ** صد چو عالم هست گرداند به دم
- Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
-
صد چو عالم در نظر پیدا کند ** چون که چشمت را به خود بینا کند
- Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
-
گر جهان پیشت بزرگ و بیبنی است ** پیش قدرت ذره ای میدان که نیست
- Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir.
-
این جهان خود حبس جانهای شماست ** هین روید آن سو که صحرای شماست 525
- Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.
-
این جهان محدود آن خود بی حد است ** نقش و صورت پیش ٱن معنی سد است
- Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir, mâniadır.
-
صد هزاران نیزهی فرعون را ** در شکست از موسیی با یک عصا
- Firavunun yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
-
صد هزاران طب جالینوس بود ** پیش عیسی و دمش افسوس بود
- Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
-
صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
- Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
-
با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی 530
- Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin*
-
بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او
- Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
-
فهم و خاطر تیز کردن نیست راه ** جز شکسته مینگیرد فضل شاه
- Akıl ve zekâda kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
-
ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
- Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
-
گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی
- Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.