English    Türkçe    فارسی   

1
522-546

  • با چنان قادر خدایی کز عدم ** صد چو عالم هست گرداند به دم‌‌
  • Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
  • صد چو عالم در نظر پیدا کند ** چون که چشمت را به خود بینا کند
  • Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
  • گر جهان پیشت بزرگ و بی‌‌بنی است ** پیش قدرت ذره ای می‌‌دان که نیست‌‌
  • Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir.
  • این جهان خود حبس جانهای شماست‌‌ ** هین روید آن سو که صحرای شماست 525
  • Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.
  • این جهان محدود آن خود بی حد است ** نقش و صورت پیش ٱن معنی سد است
  • Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir, mâniadır.
  • صد هزاران نیزه‌‌ی فرعون را ** در شکست از موسیی با یک عصا
  • Firavunun yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
  • صد هزاران طب جالینوس بود ** پیش عیسی و دمش افسوس بود
  • Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
  • صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
  • Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
  • با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی‌‌ 530
  • Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin*
  • بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او
  • Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
  • فهم و خاطر تیز کردن نیست راه ** جز شکسته می‌‌نگیرد فضل شاه‌‌
  • Akıl ve zekâda kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
  • ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
  • Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
  • گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی‌‌
  • Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
  • چون زنی از کار بد شد روی زرد ** مسخ کرد او را خدا و زهره کرد 535
  • Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.
  • عورتی را زهره کردن مسخ بود ** خاک و گل گشتن نه مسخ است ای عنود
  • Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?!
  • روح می‌‌بردت سوی چرخ برین ** سوی آب و گل شدی در اسفلین‌‌
  • Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.
  • خویشتن را مسخ کردی زین سفول ** ز آن وجودی که بد آن رشک عقول‌‌
  • Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.
  • پس ببین کین مسخ کردن چون بود ** پیش آن مسخ این به غایت دون بود
  • Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.
  • اسب همت سوی اختر تاختی ** آدم مسجود را نشناختی‌‌ 540
  • Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın!
  • آخر آدم زاده‌‌ای ای ناخلف ** چند پنداری تو پستی را شرف‌‌
  • Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
  • چند گویی من بگیرم عالمی ** این جهان را پر کنم از خود همی‌‌
  • Niceye dek “ben âlemi zapt edeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
  • گر جهان پر برف گردد سربه‌‌سر ** تاب خور بگدازدش با یک نظر
  • Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
  • وزر او و صد وزیر و صد هزار ** نیست گرداند خدا از یک شرار
  • O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder.
  • عین آن تخییل را حکمت کند ** عین آن زهر آب را شربت کند 545
  • O, aslı olmayan hayalleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.
  • آن گمان انگیز را سازد یقین ** مهرها رویاند از اسباب کین‌‌
  • O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeplerinden dostluk ve muhabbet belirtir.