-
صد هزاران طب جالینوس بود ** پیش عیسی و دمش افسوس بود
- Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
-
صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
- Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
-
با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی 530
- Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin*
-
بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او
- Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
-
فهم و خاطر تیز کردن نیست راه ** جز شکسته مینگیرد فضل شاه
- Akıl ve zekâda kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
-
ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
- Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
-
گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی
- Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
-
چون زنی از کار بد شد روی زرد ** مسخ کرد او را خدا و زهره کرد 535
- Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.
-
عورتی را زهره کردن مسخ بود ** خاک و گل گشتن نه مسخ است ای عنود
- Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?!
-
روح میبردت سوی چرخ برین ** سوی آب و گل شدی در اسفلین
- Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.
-
خویشتن را مسخ کردی زین سفول ** ز آن وجودی که بد آن رشک عقول
- Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.
-
پس ببین کین مسخ کردن چون بود ** پیش آن مسخ این به غایت دون بود
- Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.
-
اسب همت سوی اختر تاختی ** آدم مسجود را نشناختی 540
- Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın!
-
آخر آدم زادهای ای ناخلف ** چند پنداری تو پستی را شرف
- Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
-
چند گویی من بگیرم عالمی ** این جهان را پر کنم از خود همی
- Niceye dek “ben âlemi zapt edeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
-
گر جهان پر برف گردد سربهسر ** تاب خور بگدازدش با یک نظر
- Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
-
وزر او و صد وزیر و صد هزار ** نیست گرداند خدا از یک شرار
- O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder.
-
عین آن تخییل را حکمت کند ** عین آن زهر آب را شربت کند 545
- O, aslı olmayan hayalleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.
-
آن گمان انگیز را سازد یقین ** مهرها رویاند از اسباب کین
- O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeplerinden dostluk ve muhabbet belirtir.
-
پرورد در آتش ابراهیم را ** ایمنی روح سازد بیم را
- İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
-
از سبب سوزیش من سوداییام ** در خیالاتش چو سوفسطاییام
- Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
-
مکر دیگر انگیختن وزیر در اضلال قوم
- Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması
-
مکر دیگر آن وزیر از خود ببست ** وعظ را بگذاشت و در خلوت نشست
- O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
-
در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز 550
- Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.
-
خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
- Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
-
لابه و زاری همیکردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
- Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.