-
رفت در مسجد سوی محراب شد ** سجده گاه از اشک شه پر آب شد
- Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.
-
چون به خویش آمد ز غرقاب فنا ** خوش زبان بگشاد در مدح و ثنا
- Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
-
کای کمینه بخششت ملک جهان ** من چه گویم چون تو میدانی نهان
- “En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
-
ای همیشه حاجت ما را پناه ** بار دیگر ما غلط کردیم راه
- Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
-
لیک گفتی گر چه میدانم سرت ** زود هم پیدا کنش بر ظاهرت 60
- Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
-
چون بر آورد از میان جان خروش ** اندر آمد بحر بخشایش به جوش
- Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
-
در میان گریه خوابش در ربود ** دید در خواب او که پیری رو نمود
- Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
-
گفت ای شه مژده حاجاتت رواست ** گر غریبی آیدت فردا ز ماست
- Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
-
چون که آید او حکیمی حاذق است ** صادقش دان که امین و صادق است
- O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
-
در علاجش سحر مطلق را ببین ** در مزاجش قدرت حق را ببین 65
- İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”
-
چون رسید آن وعدهگاه و روز شد ** آفتاب از شرق، اختر سوز شد
- Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
-
بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
- Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
-
دید شخصی فاضلی پر مایهای ** آفتابی در میان سایهای
- Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
-
میرسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال
- Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
-
نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان 70
- Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
-
بر خیالی صلحشان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان
- Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
-
آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست
- Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
-
آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
- Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
-
شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
- Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
-
هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته 75
- Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
-
گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
- Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
-
ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
- Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
-
از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
- Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
-
از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
- Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
-
بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
- Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
-
مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید 80
- Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.