-
در علاجش سحر مطلق را ببین ** در مزاجش قدرت حق را ببین 65
- İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”
-
چون رسید آن وعدهگاه و روز شد ** آفتاب از شرق، اختر سوز شد
- Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
-
بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
- Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
-
دید شخصی فاضلی پر مایهای ** آفتابی در میان سایهای
- Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
-
میرسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال
- Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
-
نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان 70
- Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
-
بر خیالی صلحشان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان
- Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
-
آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست
- Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
-
آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
- Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
-
شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
- Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
-
هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته 75
- Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
-
گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
- Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
-
ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
- Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
-
از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
- Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
-
از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
- Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
-
بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
- Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
-
مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید 80
- Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.
-
در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
- Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
-
منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
- Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
-
باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
- Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
-
باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
- Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
-
لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین 85
- İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
-
بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
- Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
-
ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
- O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
-
ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
- Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
-
هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم
- İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.