English    Türkçe    فارسی   

1
665-689

  • کان عدد را هم خدا داند شمرد ** از عرب وز ترک و از رومی و کرد 665
  • Arap’tan, Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Tanrı bilir.
  • خاک او کردند بر سرهای خویش ** درد او دیدند درمان جای خویش‌‌
  • Mezarın toprağını başlarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler.
  • آن خلایق بر سر گورش مهی ** کرده خون را از دو چشم خود رهی‌‌
  • Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlara yol verdiler. Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı.
  • طلب کردن امت عیسی علیه السلام از امرا که ولی عهد از شما کدام است
  • İsa Aleyhisselâm ümmetinin emirlere "İçinizde veliaht kimdir?" diye sorması
  • بعد ماهی خلق گفتند ای مهان ** از امیران کیست بر جایش نشان‌‌
  • Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir.
  • تا به جای او شناسیمش امام ** دست و دامن را بدست او دهیم‌‌
  • Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.
  • چون که شد خورشید و ما را کرد داغ ** چاره نبود بر مقامش از چراغ‌‌ 670
  • Mademki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok.
  • چون که شد از پیش دیده وصل یار ** نایبی باید از او مان یادگار
  • Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigâr kalması gerekir.
  • چون که گل بگذشت و گلشن شد خراب ** بوی گل را از که یابیم از گلاب‌‌
  • Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!
  • چون خدا اندر نیاید در عیان ** نایب حق‌‌اند این پیغمبران‌‌
  • Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.
  • نه غلط گفتم که نایب با منوب ** گر دو پنداری قبیح آید نه خوب‌‌
  • Hayır, yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.
  • نه دو باشد تا تویی صورت پرست ** پیش او یک گشت کز صورت برست‌‌ 675
  • Sen surete taptıkça ikidir. Suretten kurtulana göre ise birdir.
  • چون به صورت بنگری چشم تو دست ** تو به نورش درنگر کز چشم رست‌‌
  • Surete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
  • نور هر دو چشم نتوان فرق کرد ** چون که در نورش نظر انداخت مرد
  • Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
  • ده چراغ ار حاضر آید در مکان ** هر یکی باشد به صورت غیر آن‌‌
  • Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır.
  • فرق نتوان کرد نور هر یکی ** چون به نورش روی آری بی‌‌شکی‌‌
  • Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
  • گر تو صد سیب و صد آبی بشمری ** صد نماند یک شود چون بفشری‌‌ 680
  • Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir olur.
  • در معانی قسمت و اعداد نیست ** در معانی تجزیه و افراد نیست‌‌
  • Manalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birleştirme olamaz.
  • اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است‌‌
  • Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
  • صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج‌‌
  • Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
  • ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
  • Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
  • او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقه‌‌ی درویش را 685
  • O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker.
  • منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بی‌‌سر و بی‌‌پا بدیم آن سر همه‌‌
  • Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
  • یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بی‌‌گره بودیم و صافی همچو آب‌‌
  • Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
  • چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایه‌‌های کنگره‌‌
  • O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
  • کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق‌‌
  • Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.