English    Türkçe    فارسی   

1
688-712

  • چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایه‌‌های کنگره‌‌
  • O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
  • کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق‌‌
  • Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
  • شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری‌‌ 690
  • Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım.
  • نکته‌‌ها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
  • Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
  • پیش این الماس بی‌‌اسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
  • Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
  • زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف‌‌
  • Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
  • آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان‌‌
  • Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
  • کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی می‌‌خواستند 695
  • O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi.
  • منازعت امرا در ولیعهدی
  • Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
  • یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت‌‌
  • O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
  • گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن‌‌
  • Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
  • اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است‌‌
  • İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
  • آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین‌‌
  • Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
  • از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود 700
  • O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.
  • آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
  • Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
  • هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهم‌‌افتادند چون پیلان مست‌‌
  • Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
  • صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
  • Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
  • خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست‌‌
  • Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
  • تخمهای فتنه‌‌ها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود 705
  • O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti.
  • جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت‌‌
  • Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
  • کشتن و مردن که بر نقش تن است ** چون انار و سیب را بشکستن است‌‌
  • Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
  • آن چه شیرین است او شد ناردانگ ** و آن که پوسیده ست نبود غیر بانگ‌‌
  • Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
  • آن چه با معنی است خود پیدا شود ** و آن چه پوسیده ست او رسوا شود
  • Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
  • رو به معنی کوش ای صورت پرست ** ز آن که معنی بر تن صورت پر است‌‌ 710
  • Ey surete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır.
  • همنشین اهل معنی باش تا ** هم عطا یابی و هم باشی فتا
  • Mana ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
  • جان بی‌‌معنی در این تن بی‌‌خلاف ** هست همچون تیغ چوبین در غلاف‌‌
  • Bu cisimde manasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.