-
در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
- Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
-
منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
- Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
-
باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
- Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
-
باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
- Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
-
لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین 85
- İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
-
بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
- Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
-
ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
- O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
-
ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
- Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
-
هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم
- İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
-
هر که بیباکی کند در راه دوست ** ره زن مردان شد و نامرد اوست 90
- Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.
-
از ادب پر نور گشته است این فلک ** وز ادب معصوم و پاک آمد ملک
- Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
-
بد ز گستاخی کسوف آفتاب ** شد عزازیلی ز جرات رد باب
- Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
-
ملاقات پادشاه با آن ولی که در خوابش نمودند
- Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
-
دست بگشاد و کنارانش گرفت ** همچو عشق اندر دل و جانش گرفت
- Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
-
دست و پیشانیش بوسیدن گرفت ** وز مقام و راه پرسیدن گرفت
- Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
-
پرس پرسان میکشیدش تا به صدر ** گفت گنجی یافتم آخر به صبر 95
- Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.
-
گفت ای نور حق و دفع حرج ** معنی الصبر مفتاح الفرج
- Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası,
-
ای لقای تو جواب هر سؤال ** مشکل از تو حل شود بیقیل و قال
- Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.
-
ترجمانی هر چه ما را در دل است ** دست گیری هر که پایش در گل است
- Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elinitutan sensin.
-
مرحبا یا مجتبی یا مرتضی ** إن تغب جاء القضاء ضاق الفضا
- Ey seçilmiş, ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.
-
أنت مولی القوم من لا یشتهی ** قد ردی کلا لئن لم ینته 100
- Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”
-
بردن پادشاه آن طبیب را بر سر بیمار تا حال او را ببیند
- Padişahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
-
چون گذشت آن مجلس و خوان کرم ** دست او بگرفت و برد اندر حرم
- O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
-
قصهی رنجور و رنجوری بخواند ** بعد از آن در پیش رنجورش نشاند
- Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.
-
رنگ رو و نبض و قاروره بدید ** هم علاماتش هم اسبابش شنید
- Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi.
-
گفت هر دارو که ایشان کردهاند ** آن عمارت نیست ویران کردهاند
- Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
-
بیخبر بودند از حال درون ** أستعیذ الله مما یفترون 105
- Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.”