-
قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمهی تزویر دان بر قدر حلق 915
- Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır.
-
نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
- Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
-
بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
- Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
-
حیله کرد انسان و حیلهش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
- İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
-
در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیلهی فرعون زین افسانه بود
- Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
-
صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او میجست اندر خانهاش 920
- O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi.
-
دیدهی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست
- Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
-
دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض
- Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
-
طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
- Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
-
چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
- Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
-
جانهای خلق پیش از دست و پا ** میپریدند از وفا اندر صفا 925
- Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
-
چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
- Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
-
ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله
- Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
-
آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
- Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
-
باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل
- Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
-
گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
- Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
-
پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام 930
- Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır.
-
پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ
- Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
-
خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بیزبان معلوم شد او را مراد
- Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
-
دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست
- Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
-
چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی
- Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
-
پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد 935
- Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.
-
حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا
- Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
-
قابل امر ویی قایل شوی ** وصل جویی بعد از آن واصل شوی
- Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
-
سعی شکر نعمتش قدرت بود ** جبر تو انکار آن نعمت بود
- Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
-
شکر قدرت قدرتت افزون کند ** جبر نعمت از کفت بیرون کند
- Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.