English    Türkçe    فارسی   

1
949-973

  • صد هزار اندر هزار از مرد و زن ** پس چرا محروم ماندند از زمن‌‌
  • Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamane menfaatlerinden mahrum kaldılar?
  • صد هزاران قرن ز آغاز جهان ** همچو اژدرها گشاده صد دهان‌‌ 950
  • Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar;
  • مکرها کردند آن دانا گروه ** که ز بن بر کنده شد ز آن مکر کوه‌‌
  • O bilgili, idrakli kavimler hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile tâ dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
  • کرد وصف مکرهاشان ذو الجلال ** لتزول منه اقلال الجبال‌‌
  • Tanrı, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
  • جز که آن قسمت که رفت اندر ازل ** روی ننمود از شکار و از عمل‌‌
  • (Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi…
  • جمله افتادند از تدبیر و کار ** ماند کار و حکم‌‌های کردگار
  • Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı.
  • کسب جز نامی مدان ای نامدار ** جهد جز وهمی مپندار ای عیار 955
  • Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.”
  • نگریستن عزراییل بر مردی و گریختن آن مرد در سرای سلیمان و تقریر ترجیح توکل بر جهد و قلت فایده‌‌ی جهد
  • Azrail’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
  • زاد مردی چاشتگاهی در رسید ** در سرا عدل سلیمان در دوید
  • Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
  • رویش از غم زرد و هر دو لب کبود ** پس سلیمان گفت ای خواجه چه بود
  • Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
  • گفت عزراییل در من این چنین ** یک نظر انداخت پر از خشم و کین‌‌
  • O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
  • گفت هین اکنون چه می‌‌خواهی بخواه ** گفت فرما باد را ای جان پناه‌‌
  • Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
  • تا مرا ز ینجا به هندستان برد ** بو که بنده کان طرف شد جان برد 960
  • Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.”
  • نک ز درویشی گریزانند خلق ** لقمه‌‌ی حرص و امل ز آنند خلق‌‌
  • İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
  • ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس‌‌
  • Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
  • باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب‌‌
  • Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
  • روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را
  • Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
  • کان مسلمان را بخشم از چه چنان ** بنگریدی تا شد آواره ز خان‌‌ 965
  • Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın?
  • گفت من از خشم کی کردم نظر ** از تعجب دیدمش در رهگذر
  • Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.
  • که مرا فرمود حق که امروز هان ** جان او را تو به هندستان ستان‌‌
  • Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
  • از عجب گفتم گر او را صد پر است ** او به هندستان شدن دور اندر است‌‌
  • Taaccüple “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
  • تو همه کار جهان را همچنین ** کن قیاس و چشم بگشا و ببین‌‌
  • İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!
  • از که بگریزیم از خود ای محال ** از که برباییم از حق ای وبال‌‌ 970
  • Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet!
  • باز ترجیح‌‌نهادن شیر جهد را بر توکل و فواید جهد را بیان کردن‌‌
  • Yine aslanın çalışmayı tevekküle tercih etmesi ve çalışmanın faydalarını bildirmesi
  • شیر گفت آری و لیکن هم ببین ** جهدهای انبیا و مومنین‌‌
  • Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör.
  • حق تعالی جهدشان را راست کرد ** آن چه دیدند از جفا و گرم و سرد
  • Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Tanrı onların mücahedesini zayi etmedi.
  • حیله‌‌هاشان جمله حال آمد لطیف ** کل شی‌‌ء من ظریف هو ظریف‌‌
  • Onların başvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.