English    Türkçe    فارسی   

2
3088-3112

  • گفت پیری مر طبیبی را که من ** در زحیرم از دماغ خویشتن‏
  • İhtiyarın biri, bir doktora “ Dimağım yorgun, aklım yerinde değil” dedi.
  • گفت از پیری است آن ضعف دماغ ** گفت بر چشمم ز ظلمت هست داغ‏
  • Doktor dedi ki . “ O akıl zayıflığı ihtiyarlıktandır.” İhtiyar, “ Gözüm de kararıyor” dedi. Doktor “Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi.
  • گفت از پیری است ای شیخ قدیم ** گفت پشتم درد می‏آید عظیم‏ 3090
  • Doktor, ”Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Arkam dehşetli ağrıyor” deyince,
  • گفت از پیری است ای شیخ نزار ** گفت هر چه می‏خورم نبود گوار
  • Doktor dedi ki: “A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan!” Adam, “ Ne yiyorsam hazmedemiyorum” dedi.
  • گفت ضعف معده هم از پیری است ** گفت وقت دم مرا دم گیری است‏
  • Doktor “ Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var” dedi.
  • گفت آری انقطاع دم بود ** چون رسد پیری دو صد علت شود
  • Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
  • گفت ای احمق بر این بر دوختی ** از طبیبی تو همین آموختی‏
  • İhtiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
  • ای مدمغ عقلت این دانش نداد ** که خدا هر رنج را درمان نهاد 3095
  • Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun?
  • تو خر احمق ز اندک مایگی ** بر زمین ماندی ز کوته‏پایگی‏
  • Sen ahmak bir eşeksin, bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
  • پس طبیبش گفت ای عمر تو شصت ** این غضب وین خشم هم از پیری است‏
  • Doktor cevap verdi: “Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
  • چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتن‏داری و صبرت شد ضعیف‏
  • Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
  • بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
  • İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
  • جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است‏ 3100
  • Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.
  • از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی‏
  • Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
  • گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
  • Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
  • ور نمی‏دانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین‏
  • Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
  • ور نمی‏دانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
  • Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏ 3105
  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏ 3110
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.