-
سنگ بر احمد سلامی میکند ** کوه یحیی را پیامی میکند
- Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
-
ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
- Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
-
چون شما سوی جمادی میروید ** محرم جان جمادان چون شوید 1020
- Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki?
-
از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
- Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
-
فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسهی تاویلها نربایدت
- O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
-
چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کردهای تاویلها
- Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
-
که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
- “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.
-
بلک مر بیننده را دیدار آن ** وقت عبرت میکند تسبیحخوان 1025
- Doğrusu şu: onları gören, ibret alır da Allah’ı tespih eder.
-
پس چو از تسبیح یادت میدهد ** آن دلالت همچو گفتن میبود
- Sana Allah’ı tespih etmeyi hatırlıyor ya… İşte bu tespihe delil olmaları, onları tespih etmesi demektir” dersin.
-
این بود تاویل اهل اعتزال ** و آن آنکس کو ندارد نور حال
- İtizal ehlinin tevili budur işte. Hal nuruna sahip olmayan kişinin işi budur.
-
چون ز حس بیرون نیامد آدمی ** باشد از تصویر غیبی اعجمی
- İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.
-
این سخن پایان ندارد مارگیر ** میکشید آن مار را با صد زحیر
- Bu sözün sonu gelmez… Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke,
-
تا به بغداد آمد آن هنگامهجو ** تا نهد هنگامهای بر چارسو 1030
- Bağdat’a kadar geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için,
-
بر لب شط مرد هنگامه نهاد ** غلغله در شهر بغداد اوفتاد
- Yılanı Şat kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu,
-
مارگیری اژدها آورده است ** بوالعجب نادر شکاری کرده است
- “Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye,
-
جمع آمد صد هزاران خامریش ** صید او گشته چو او از ابلهیش
- Yüz binlerce ahmak adam toplandı, ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar.
-
منتظر ایشان و هم او منتظر ** تا که جمع آیند خلق منتشر
- Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. O da etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu.
-
مردم هنگامه افزونتر شود ** کدیه و توزیع نیکوتر رود 1035
- Halk, iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun diyordu.
-
جمع آمد صد هزاران ژاژخا ** حلقه کرده پشت پا بر پشت پا
- Yüz binlerce herzevekil toplandı, halka oldular. Bir ayak, bin ayaküstüne geldi!
-
مرد را از زن خبر نه ز ازدحام ** رفته درهم چون قیامت خاص و عام
- Kalabalıktan erkeğin kadından haberi yoktu. Halkla ileri gelenler birbirlerine girmiş âdeta kıyametten bir alâmet olmuştu.
-
چون همی حراقه جنبانید او ** میکشیدند اهل هنگامه گلو
- Yılancı, yılanın üstündeki kilimi kımıldattıkça halk, parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu.
-
و اژدها کز زمهریر افسرده بود ** زیر صد گونه پلاس و پرده بود
- Ejderha, zemheriden donmuştu. Yüzlerce kilimin, kebenin altındaydı.
-
بسته بودش با رسنهای غلیظ ** احتیاطی کرده بودش آن حفیظ 1040
- Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı.
-
در درنگ انتظار و اتفاق ** تافت بر آن مار خورشید عراق
- Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu.
-
آفتاب گرمسیرش گرم کرد ** رفت از اعضای او اخلاط سرد
- Güneş onu epeyce ısıtınca azasından soğuk ahlât sıyrılıp gitmişti.