English    Türkçe    فارسی   

3
102-126

  • سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
  • Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
  • سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
  • Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
  • این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
  • بقیه‌ی قصه‌ی متعرضان پیل‌بچگان
  • Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
  • هر دهان را پیل بویی می‌کند ** گرد معده‌ی هر بشر بر می‌تند 105
  • Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
  • تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
  • Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
  • گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
  • Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
  • هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
  • Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
  • وای آن افسوسیی کش بوی‌گیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
  • Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
  • نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان 110
  • O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.
  • آب و روغن نیست مر روپوش را ** راه حیلت نیست عقل و هوش را
  • Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
  • چند کوبد زخمهای گرزشان ** بر سر هر ژاژخا و مرزشان
  • Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
  • گرز عزرائیل را بنگر اثر ** گر نبینی چوب و آهن در صور
  • Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
  • هم بصورت می‌نماید گه گهی ** زان همان رنجور باشد آگهی
  • Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
  • گوید آن رنجور ای یاران من ** چیست این شمشیر بر ساران من 115
  • O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki?
  • ما نمی‌بینیم باشد این خیال ** چه خیالست این که این هست ارتحال
  • Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
  • چه خیالست این که این چرخ نگون ** از نهیب این خیالی شد کنون
  • Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
  • گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
  • Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
  • او همی‌بیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
  • O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
  • حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خون‌ریز شد 120
  • Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
  • مرغ بی‌هنگام شد آن چشم او ** از نتیجه‌ی کبر او و خشم او
  • Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
  • سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
  • Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
  • هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
  • Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
  • عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
  • Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
  • می‌شمارد می‌دهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف 125
  • Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.
  • گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
  • Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.