-
عزت آن اوست و آن بندگانش ** ز آدم و ابلیس بر میخوان نشانش 1080
- Yücelik onundur, onun kullarınındır. Onun nişanesini Âdem’le İblisin hikâyesini oku da anla!
-
شرح حق پایان ندارد همچو حق ** هین دهان بربند و برگردان ورق
- Allah’ın zatına nasıl son yoksa hikmetlerine de son yoktur. Aklını başına al da ağzını yum, yaprağı çevir!”
-
پاسخ فرعون موسی را علیه السلام
- Firavunun Musa aleyhisselâm’a cevap vermesi
-
گفت فرعونش ورق درحکم ماست ** دفتر و دیوان حکم این دم مراست
- Firavun, Musa’ya “Yaprak bizim elimizde... Şimdi defter de bizim hükmümüzde, divan da bizim!
-
مر مرا بخریدهاند اهل جهان ** از همه عاقلتری تو ای فلان
- Bütün âlem halkı beni seçmiş, beni kabul etmiş. A Musa, bütün âlemde en akıllı sen misin ki?
-
موسیا خود را خریدی هین برو ** خویشتن کم بین به خود غره مشو
- A Musa, sen kendini beğenmiş, almışsın… Haydi oradan be… Kendini az gör, kendine güvenip gururlanma.
-
جمع آرم ساحران دهر را ** تا که جهل تو نمایم شهر را 1085
- Dünyanın sihirbazlarını toplayayım da bütün şehre senin bilgisizliğini göstereyim.
-
این نخواهد شد بروزی و دو روز ** مهلتم ده تا چهل روز تموز
- Fakat bu, bir iki gün içinde olmaz. Bu yaz çağında bana kırk günceğiz mühlet ver” dedi.
-
جواب موسی فرعون را
- Musa’nın Firavuna cevabı
-
گفت موسی این مرا دستور نیست ** بندهام امهال تو مامور نیست
- Musa dedi ki: “Bana bu hususta izin yok. Ben bir kulum, sana mühlet vermeye emir almadım.
-
گر تو چیری و مرا خود یار نیست ** بنده فرمانم بدانم کار نیست
- Sen hükümdarsın, galipsin, benim yardımcım, dostum yok… Fakat Allah fermanına tabiim, başka bir şeyle işim yok.
-
میزنم با تو بجد تا زندهام ** من چه کارهی نصرتم من بندهام
- Diri oldukça seninle canla başla savaşacağım. Ben kulum, yardımla, yardımcıyla ne işim var?
-
میزنم تا در رسد حکم خدا ** او کند هر خصم از خصمی جدا 1090
- Allah’ın hükmü zuhur edinceye kadar seninle uğraşacağım. Her hasmı düşmanından Allah ayırır”
-
جواب فرعون موسی را و وحی آمدن موسی را علیهالسلام
- Firavunun Musa’ya cevabı ve Musa aleyhisselâm’a vahiy gelmesi
-
گفت نه نه مهلتم باید نهاد ** عشوهها کم ده تو کم پیمای باد
- Firavun, hayır dedi, mutlaka bir mühlet vermek gerek. Beni aldatıp durma, yel alıp poyraz satma.
-
حق تعالی وحی کردش در زمان ** مهلتش ده متسع مهراس از آن
- Bu sırada ulu Allah’tan Musa’ya “ Ona bol, bol mühlet ver, korkma.
-
این چهل روزش بده مهلت بطوع ** تا سگالد مکرها او نوع نوع
- Bu kırk gün mühleti, ona gönül rızasıyla ver de çeşit, çeşit hileler düzsün.
-
تا بکوشد او که نی من خفتهام ** تیز رو گو پیش ره بگرفتهام
- İstediği gibi çalıp çabalasın. Ben uyumuyorum ki. Ona söyle, hızlı gitsin, fakat yolu ben tuttum, pusuda ben varım.
-
حیلههاشان را همه برهم زنم ** و آنچ افزایند من بر کم زنم 1095
- Onların hilelerini ben birbirine katar, onların arttırdıklarını ben eksiltirim.
-
آب را آرند من آتش کنم ** نوش و خوش گیرند و من ناخوش کنم
- Su getirirlerse ateş haline sokar, şerbet içerlerse zehir yaparım.
-
مهر پیوندند و من ویران کنم ** آنک اندر وهم نارند آن کنم
- Birbirlerine muhabbet bağlasalar sevgilerini yıkar, berbat ederim. Vehimlerine bile gelmeyen şeyleri yaparım ben.
-
تو مترس و مهلتش ده دمدراز ** گو سپه گرد آر و صد حیلت بساز
- Sen korkma, ona uzun bir müddet mühlet ver… Asker topla, yüzlerce hileler düz de” diye vahiy geldi.
-
مهلت دادن موسی علیهالسلام فرعون را تا ساحران را جمع کند از مداین
- Musa aleyhisselâm’ın Firavuna şehirlerdeki sihirbazları toplamak üzere mühlet vermesi
-
گفت امر آمد برو مهلت ترا ** من بجای خود شدم رستی ز ما
- Musa, “Emir geldi, mühlet sana. Bizden kurtuldun, şimdilik ben yerime gidiyorum” dedi.
-
او همیشد و اژدها اندر عقب ** چون سگ صیاد دانا و محب 1100
- Musa yola düştü, ejderha da bilgili ve dost bir av köpeği gibi peşine takıldı.
-
چون سگ صیاد جنبان کرده دم ** سنگ را میکرد ریگ او زیر سم
- Av köpeği gibi kuyruğunu sallayarak gidiyor, ayaklarının altında taşları kum gibi eziyordu.
-
سنگ و آهن را بدم در میکشید ** خرد میخایید آهن را پدید
- Taşı, demiri nefesiyle çekip sömürmekte, demiri apaşikâr bir surette ağzında ezip çiğnemekteydi.
-
در هوا میکرد خود بالای برج ** که هزیمت میشد از وی روم و گرج
- Havalanıp burçların üstüne çıkmakta, Rum, Gürcü… Herkes ondan kaçmaktaydı.
-
کفک میانداخت چون اشتر ز کام ** قطرهای بر هر که زد میشد جذام
- Deve gibi ağzından köpükler saçıyordu. O köpüğün bir katresi kimin üstüne düşse cüzzam illetine tutuluyordu.