-
وانک در عقل و گمان هستش حجاب ** گاه پوشیدست و گه بدریده جیب
- Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Allah tecellisi, gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.
-
عقل جزوی گاه چیره گه نگون ** عقل کلی آمن از ریب المنون 1145
- Aklı cüzi gâh üstündür, gâh baş aşağı, Aklı Külli ise bütün hâdiselerden kurtulmuştur, emindir.
-
عقل بفروش و هنر حیرت بخر ** رو به خواری نه بخارا ای پسر
- Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul, horluğa doğru git, Buhara’ya değil!
-
ما چه خود را در سخن آغشتهایم ** کز حکایت ما حکایت گشتهایم
- Biz neye bu derece de söze daldık? Hikâye söyleyelim derken hikâye olduk gitti.
-
من عدم و افسانه گردم در حنین ** تا تقلب یابم اندر ساجدین
- Ben yokum zaten ağlayıp, ağlayıp sızlayarak masal oldum gitti… Bu suretle secde edenler arasına katılayım, onlarla beraber yuvarlanayım bari.
-
این حکایت نیست پیش مرد کار ** وصف حالست و حضور یار غار
- İş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!
-
آن اساطیر اولین که گفت عاق ** حرف قرآن را بد آثار نفاق 1150
- Âsi, bunlar önce gelip geçenlere ait aslı yok masallar dedi ya… Kur’an hakkında söylenen bu söz, nifak eseridir.
-
لامکانی که درو نور خداست ** ماضی و مستقبل و حال از کجاست
- İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hâl,
-
ماضی و مستقبلش نسبت به تست ** هر دو یک چیزند پنداری که دوست
- Geçmiş, gelecek, sana göredir. Yoksa hakikatte ikisi de birdir. Fakat sen iki sanırsın.
-
یک تنی او را پدر ما را پسر ** بام زیر زید و بر عمرو آن زبر
- Bir adam, onun babasıdır, bizim oğlumuz, Zeydin altında olan dam, Amr’ın üstündedir.
-
نسبت زیر و زبر شد زان دو کس ** سقف سوی خویش یک چیزست بس
- Damın altta, üstte oluşu, o iki adama göredir. Hakikatteyse dam tek bir şeydir, işte o kadar!
-
نیست مثل آن مثالست این سخن ** قاصر از معنی نو حرف کهن 1155
- Bu söz, onun misli değildir, bir misaldir ancak. Eski harfler, yeni manayı ifade edemez ki.
-
چون لب جو نیست مشکا لب ببند ** بی لب و ساحل بدست این بحر قند
- Ey tulum, burası mademki ırmak kıyısı değil, ağzını kapat. Bu şeker denizinin ne kıyısı var, ne kenarı!
-
فرستادن فرعون به مداین در طلب ساحران
- Firavunun sihirbazları çağırtmak üzere şehirlere adam göndermesi
-
چونک موسی بازگشت و او بماند ** اهل رای و مشورت را پیش خواند
- Musa, dönüp Firavun kalınca bütün rey ve tedbir sahiplerini danışmak üzere çağırdı.
-
آنچنان دیدند کز اطراف مصر ** جمع آردشان شه و صراف مصر
- Padişahın, Mısır sultanı olan Firavunun Mısır civarındaki bütün sihirbazları çağırmasını kararlaştırdılar.
-
او بسی مردم فرستاد آن زمان ** هر نواحی بهر جمع جادوان
- Firavun hemen bütün sihirbazların toplanması için etrafa bir hayli adam gönderdi.
-
هر طرف که ساحری بد نامدار ** کرد پران سوی او ده پیک کار 1160
- Nerede ünlü bir büyücü varsa gelmesi için on haberci yolladı.
-
دو جوان بودند ساحر مشتهر ** سحر ایشان در دل مه مستمر
- İki genç vardı ki büyü de pek şöhret bulmuşlardı. Sihirleri, aya bile tesir ederdi.
-
شیر دوشیده ز مه فاش آشکار ** در سفرها رفته بر خمی سوار
- Aydan apaşikâr süt sağarlar, bir yere gidecekleri vakit küplere binip giderler.
-
شکل کرباسی نموده ماهتاب ** آن بپیموده فروشیده شتاب
- Ay ışığını bez şekline sokup ölçer, biçer satarlardı.
-
سیم برده مشتری آگه شده ** دست از حسرت به رخها بر زده
- Müşteri, para verip alır, sonra anlayınca eyvahlar olsun deyip hayıflanmaya, yüzüne vurmaya başlardı.
-
صد هزاران همچنین در جادوی ** بوده منشی و نبوده چون روی 1165
- Onların, buna benzer nice sihirleri vardı ki herkes apaçık görür dururdu.
-
چون بدیشان آمد آن پیغام شاه ** کز شما شاهست اکنون چارهخواه
- Onlara da “Padişah şimdi sizden bir çare aramakta.
-
از پی آنک دو درویش آمدند ** بر شه و بر قصر او موکب زدند
- İki yoksul adam gelip padişahın köşkü önüne otağ kurdu.
-
نیست با ایشان بغیر یک عصا ** که همیگردد به امرش اژدها
- Bir sopadan başka bir şeyleri yok. Fakat emirleriyle ejderha oluyor.