-
از دهان لقمه نشد سوی گلو ** تا نگوید لقمه را حق که ادخلوا 1900
- Allah lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez.
-
میل و رغبت کان زمام آدمیست ** جنبش آن رام امر آن غنیست
- İnsanların yuları, dizgini olan, insanları dilediği yere sürüp götüren istekler de o gani Allah’ın emriyle meydana gelir.
-
در زمینها و آسمانها ذرهای ** پر نجنباند نگردد پرهای
- Yeryüzünde olsun, göklerde olsun… Bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpmaz, harekete gelemez;
-
جز به فرمان قدیم نافذش ** شرح نتوان کرد و جلدی نیست خوش
- Onun yürür ve kadim fermanı olmadıkça kımıldayamaz bile. Bunu anlatmaya imkân da yoktur, bu hususta ısrar da hoş değil.
-
کی شمرد برگ درختان را تمام ** بینهایت کی شود در نطق رام
- Ağaçların yapraklarını kim sayabilir? Sonu olmayan şey, nasıl söze sığar?
-
این قدر بشنو که چون کلی کار ** مینگردد جز بامر کردگار 1905
- Sen şu kadar duy, mademki bütün işler, Allah’ın emrine tabi; Allah’ın emri olmadıkça hiçbir şey olmuyor.
-
چون قضای حق رضای بنده شد ** حکم او را بندهی خواهنده شد
- Allah’ın takdiri, kulun rızası olur; kul Allah takdirine rıza verir, onun hükmünü diler, isterse…
-
بی تکلف نه پی مزد و ثواب ** بلک طبع او چنین شد مستطاب
- Zorla yahut sevaba girmek için değil de bu razılık, kendiliğinden meydana gelir, ona hoş görünürse,
-
زندگی خود نخواهد بهر خوذ ** نه پی ذوقی حیات مستلذ
- Artık o kul yaşamayı bu lezzetli hayattan zevk almak için istemez. Hayatı kendisi için istenen bir şey olmaktan çıkar.
-
هرکجا امر قدم را مسلکیست ** زندگی و مردگی پیشش یکیست
- Ezelî emir, neyse ona uyarı hayatla ölüm, onun yanında bir olur.
-
بهر یزدان میزید نه بهر گنج ** بهر یزدان میمرد نه از خوف رنج 1910
- Yaşarsa Allah için yaşar, mal, mülk ve hazine için değil… Ölürse Allah için ölür, korkudan hastalıktan değil!
-
هست ایمانش برای خواست او ** نه برای جنت و اشجار و جو
- İmanı, onun dileği, onun rızası içindir, cennet için, ağaçlar, ırmaklar için değil!
-
ترک کفرش هم برای حق بود ** نه ز بیم آنک در آتش رود
- Küfrü terk edişi de cehenneme gideceğim diye korkudan değildir, Allah içindir.
-
این چنین آمد ز اصل آن خوی او ** نه ریاضت نه بجست و جوی او
- Bu ahlâk, ona ezelden verilmiştir; gözü ve sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş aydın olmuştur.
-
آنگهان خندد که او بیند رضا ** همچو حلوای شکر او را قضا
- Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir.
-
بندهای کش خوی و خلقت این بود ** نه جهان بر امر و فرمانش رود 1915
- Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?”
-
پس چرا لابه کند او یا دعا ** که بگردان ای خداوند این قضا
- Peki… Neden dua edip de Yarabbi, bu takdiri sen tebdil et diye yalvarsın?
-
مرگ او و مرگ فرزندان او ** بهر حق پیشش چو حلوا در گلو
- İşte şeyhe göre Allah rızası bakımından kendi ölümü de evlâtlarının ölümü de helva gibiydi.
-
نزع فرزندان بر آن باوفا ** چون قطایف پیش شیخ بینوا
- O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti.
-
پس چراگوید دعا الا مگر ** در دعا بیند رضای دادگر
- O halde Allah rızasını, duada görmedikçe neden dua etsin?
-
آن شفاعت و آن دعا نه از رحم خود ** میکند آن بندهی صاحب رشد 1920
- Doğru yolu bulan bu çeşit kulun şefaati de acımaktan değildir, duası da.
-
رحم خود را او همان دم سوختست ** که چراغ عشق حق افروختست
- O, Allah aşkının mumunu yakar yakmaz kendi acımasını da yakmış yandırmıştır.
-
دوزخ اوصاف او عشقست و او ** سوخت مر اوصاف خود را مو بمو
- Onun aşkı, vasıflarına cehennem kesilmiştir O, kendi vasıflarını kıldan kıla tamamıyla yakmıştır.
-
هر طروقی این فروقی کی شناخت ** جز دقوقی تا درین دولت بتاخت
- Fakat geceleyin yol alanlar, bunları nereden anlayacaklar? Bunları Dekukî gibi yalnız bu devlete koşan, devlete ulaşan kişi bilir!
-
قصهی دقوقی رحمة الله علیه و کراماتش
- Dekukî ve kerametleri
-
آن دقوقی داشت خوش دیباجهای ** عاشق و صاحب کرامت خواجهای
- Dekukî, iyi bir hale sahipti. Âşık ve keramet sahibi bir zat.