-
تا نپیوندد بکل بار دگر ** مرده باشد نبودش از جان خبر
- Tekrar aslına ulaşmazsa ölür kalır, candan haberi bile olmaz.
-
ور بجنبد نیست آن را خود سند ** عضو نو ببریده هم جنبش کند
- Oynasa, hareket etse bile bu, onun diriliğine delil olamaz. Senin kesilen uzvun da bir müddet oynar, hareket eder.
-
جزو ازین کل گر برد یکسو رود ** این نه آن کلست کو ناقص شود
- Cüz, külden ayrılırsa bir tarafa gider, kaybolur, kül de noksan kalır. Fakat bu bahsettiğimiz kül o noksan kalan kül değildir.
-
قطع و وصل او نیاید در مقال ** چیز ناقص گفته شد بهر مثال 1940
- O küllün kesilmesi, ulanması söze sığmaz ama misal için (zaruri olarak) nâkıs bir şey söylüyoruz.
-
بازگشتن به قصهی دقوقی
- Dekukî hikâyesine dönüş
-
مر علی را در مثالی شیر خواند ** شیر مثل او نباشد گرچه راند
- Peygamber, Ali’ye de temsil yoluyla aslan demiştir. Aslan onun benzeri değildir ama misal bu… Böyle demiştir işte…
-
از مثال و مثل و فرق آن بران ** جانب قصهی دقوقی ای جوان
- Sen misalden, benzerden, aralarındaki farktan vazgeç de Dekukî hikâyesine gel civanım.
-
آنک در فتوی امام خلق بود ** گوی تقوی از فرشته میربود
- Dekukî, fetvada âdeta halkın imamıydı, takva topunu meleklerden bile çelmişti.
-
آنک اندر سیر مه را مات کرد ** هم ز دینداری او دین رشک خورد
- Bir yerde durup dinlenmede gezip tozmada ayı bile mat etmişti. Dindarlıkta din bile ona haset ederdi.
-
با چنین تقوی و اوراد و قیام ** طالب خاصان حق بودی مدام 1945
- Bu kadar takva ve ibadetle, bu derece evrada, zikre koyulmuş olmakla beraber yine de daima Allah haslarını arardı.
-
در سفر معظم مرادش آن بدی ** که دمی بر بندهی خاصی زدی
- Zaten seferden asıl maksadı da buydu, bir an olsun Allah hasına rastlayayım demekteydi.
-
این همیگفتی چو میرفتی براه ** کن قرین خاصگانم ای اله
- Yola düştü mü, Yarabbi, beni haslarından birisine ulaştır, ona arkadaş et.
-
یا رب آنها راکه بشناسد دلم ** بنده و بستهمیان ومجملم
- Yarabbi, tanıdığım erlere gönlüm kuldur. Köledir.
-
و آنک نشناسم تو ای یزدان جان ** بر من محجوبشان کن مهربان
- Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde düşmüş kuluna merhametli kıl, derdi.
-
حضرتش گفتی که ای صدر مهین ** این چه عشقست و چه استسقاست این 1950
- Allah ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk?
-
مهر من داری چه میجویی دگر ** چون خدا با تست چون جویی بشر
- Beni seviyorsun ya… Başkasını ne yapacaksın, der;
-
او بگفتی یا رب ای دانای راز ** تو گشودی در دلم راه نیاز
- O da şöyle cevap verirdi! Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan, gösteren sensin.
-
درمیان بحر اگر بنشستهام ** طمع در آب سبو هم بستهام
- Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya tamahım var.
-
همچو داودم نود نعجه مراست ** طمع در نعجهی حریفم هم بخاست
- Ben Davud’a benziyorum, doksan koyunum var ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum.
-
حرص اندر عشق تو فخرست و جاه ** حرص اندر غیر تو ننگ و تباه 1955
- Senin aşkında haris olmak övülecek bir şeydir, bir yüceliktir. Fakat senden başkasının aşkına düşüp de harislikte bulunmak ayıptır, ardır.
-
شهوت و حرص نران بیشی بود ** و آن حیزان ننگ و بدکیشی بود
- Erlerin şehveti, erlerin hırsı, önden gelir, puştların hırsıysa ayıp bir şeydir, kötü bir yoldur.
-
حرص مردان از ره پیشی بود ** در مخنث حرص سوی پس رود
- Erkeklerin hırsı öne aittir, puştların hırsı arda ait!
-
آن یکی حرص از کمال مردی است ** و آن دگر حرص افتضاح و سردی است
- O hırs erliğin kemalidir, bu hırs rezalettir, soğuk ve kötü bir şeydir.
-
آه سری هست اینجا بس نهان ** که سوی خضری شود موسی روان
- Ah burada pek gizli bir sır var. Öyle bir sır var ki onu anlamak için Musa bir Hızır’a koştu.
-
همچو مستسقی کز آبش سیر نیست ** بر هر آنچ یافتی بالله مهایست 1960
- Sen de suya kanmamış bir susuz gibi, Allah için olsun, elde ettiğine kanaat etme, durma!
-
بی نهایت حضرتست این بارگاه ** صدر را بگذار صدر تست راه
- Bu kapıda nihayetsiz makamlar var. Başköşeyi bırak, senin başköşen yoldur!
-
سر طلب کردن موسی خضر را علیهماالسلام با کمال نبوت و قربت
- Musa’nın, ulu bir peygamber olduğu, Allah’a pek yakın bir makamda bulunduğu halde Hızır’ı arayıp sır öğrenmeye girmesi