English    Türkçe    فارسی   

3
2390-2414

  • تو روا داری که من بی حجتی ** بنهم اندر شهر باطل سنتی 2390
  • Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde bâtıl bir sünnet koyayım, kötü bir âdet bırakayım,
  • این کی بخشیدت خریدی وارثی ** ریع را چون می‌ستانی حارثی
  • Bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın, mirasa mı kondun? Ekine nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
  • کسب را همچون زراعت دان عمو ** تا نکاری دخل نبود آن تو
  • Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur.
  • آنچ کاری بدروی آن آن تست ** ورنه این بی‌داد بر تو شد درست
  • Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin, haksız olduğun kat’iyetle anlaşılır.
  • رو بده مال مسلمان کژ مگو ** رو بجو وام و بده باطل مجو
  • Yürü, eğri büğrü söylenme, bu Müslümanın malını ver. Paran yoksa borç al, ver; beyhude konuşma!” dedi.
  • گفت ای شه تو همین می‌گوییم ** که همی‌گویند اصحاب ستم 2395
  • Adam, “Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip
  • تضرع آن شخص از داوری داود علیه السلام
  • Adamın, Davut Aleyhisselâm’ın hükmünden feryada gelmesi
  • سجده کرد و گفت کای دانای سوز ** در دل داود انداز آن فروز
  • Secde ederek dedi ki. “Ey benim yanıp yakıldığımı gören Allah’ım, Davud’un gönlüne de o nuru ver.
  • در دلش نه آنچ تو اندر دلم ** اندر افکندی براز ای مفضلم
  • Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi Rabbim.”
  • این بگفت و گریه در شد های های ** تا دل داود بیرون شد ز جای
  • Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü yerinden oynadı.
  • گفت هین امروز ای خواهان گاو ** مهلتم ده وین دعاوی را مکاو
  • “Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın görülmesinde ısrar etme.
  • تا روم من سوی خلوت در نماز ** پرسم این احوال از دانای راز 2400
  • Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen Allah’tan sorayım.
  • خوی دارم در نماز این التفات ** معنی قرة عینی فی الصلوة
  • Namazda Rabbime bağlanırım, “ namaz gözümün nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur.
  • روزن جانم گشادست از صفا ** می‌رسد بی واسطه نامه‌ی خدا
  • Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir.
  • نامه و باران و نور از روزنم ** می‌فتد در خانه‌ام از معدنم
  • Allah’ın lütfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
  • دوزخست آن خانه کان بی روزنست ** اصل دین ای بنده روزن کردنست
  • Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
  • تیشه‌ی هر بیشه‌ای کم زن بیا ** تیشه زن در کندن روزن هلا 2405
  • Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur.
  • یا نمی‌دانی که نور آفتاب ** عکس خورشید برونست از حجاب
  • Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
  • نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
  • Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
  • من چو خورشیدم درون نور غرق ** می‌ندانم کرد خویش از نور فرق
  • Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
  • رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
  • O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
  • کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان 2410
  • Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.”
  • نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
  • İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
  • همچنین داود می‌گفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
  • Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
  • پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکیی‌اش شکی
  • Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
  • با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
  • Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
  • در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
  • Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi