English    Türkçe    فارسی   

3
2420-2444

  • چون خدا پوشید بر تو ای جوان ** رو خمش کن حق ستاری بدان 2420
  • Yiğit, mademki Allah, senin sırrını açmadı, onun bu sır örtücülüğüne şükret de sükût et” dedi.
  • گفت وا ویلی چه حکمست این چه داد ** از پی من شرع نو خواهی نهاد
  • Öküz sahibi “Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın.
  • رفته است آوازه‌ی عدلت چنان ** که معطر شد زمین و آسمان
  • Adalet âleme yayıldı; yer, gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş…
  • بر سگان کور این استم نرفت ** زین تعدی سنگ و که بشکافت تفت
  • Kör köpekler bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden, bu cefadan hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!”
  • همچنین تشنیع می‌زد برملا ** کالصلا هنگام ظلمست الصلا
  • Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, “Ey ahali, gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
  • حکم کردن داود بر صاحب گاو کی جمله مال خود را به وی ده
  • Davud’un öküz sahibine “Bütün malını, mülkünü ona ver” demesi
  • بعد از آن داود گفتش کای عنود ** جمله مال خویش او را بخش زود 2425
  • Davud, ondan sonra dedi ki. “A inatçı, bütün malını mülkünü hemencecik ona bağışla.
  • ورنه کارت سخت گردد گفتمت ** تا نگردد ظاهر از وی استمت
  • Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.”
  • خاک بر سر کرد و جامه بر درید ** که بهر دم می‌کنی ظلمی مزید
  • Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak “Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi.
  • یک‌دمی دیگر برین تشنیع راند ** باز داودش به پیش خویش خواند
  • Yine bir müddet Davud’u kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu huzuruna çağırıp,
  • گفت چون بختت نبود ای بخت‌کور ** ظلمت آمد اندک اندک در ظهور
  • Dedi ki: “Ey bahtı körleşmiş herif, mademki talihin yok, gayri yavaş, yavaş karanlıklar basmaya başladı.
  • ریده‌ای آنگاه صدر و پیشگاه ** ای دریغ از چون تو خر خاشاک و کاه 2430
  • Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık… Öyle olduğu halde sen yine başköşeyi gözetip duruyorsun ha!
  • رو که فرزندان تو با جفت تو ** بندگان او شدند افزون مگو
  • Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık fazla söylenme!”
  • سنگ بر سینه همی‌زد با دو دست ** می‌دوید از جهل خود بالا و پست
  • Davacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi.
  • خلق هم اندر ملامت آمدند ** کز ضمیر کار او غافل بدند
  • Halk da Davud’u kınamaya başladı. Davacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki,
  • ظالم از مظلوم کی داند کسی ** کو بود سخره‌ی هوا همچون خسی
  • Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara olmuşsa zalimi mazlumdan nasıl fark edebilir?
  • ظالم از مظلوم آنکس پی برد ** کو سر نفس ظلوم خود برد 2435
  • Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulümkâr nefsinin boynunu vurmuş kişidir.
  • ورنه آن ظالم که نفس است از درون ** خصم هر مظلوم باشد از جنون
  • Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi, deliliğinden mazlumlara düşman kesilir.
  • سگ هماره حمله بر مسکین کند ** تا تواند زخم بر مسکین زند
  • Köpek, daima yoksula, âcize saldırır, fırsat bulursa ısırır da.
  • شرم شیران راست نه سگ را بدان ** که نگیرد صید از همسایگان
  • Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil,
  • عامه‌ی مظلوم‌کش ظالم‌پرست ** از کمین سگشان سوی داود جست
  • Zalime tapan, mazlumu öldüren kişilerin hepsi de pusudan çıkarak köpekçesine saldırdılar.
  • روی در داود کردند آن فریق ** کای نبی مجتبی بر ما شفیق 2440
  • Davud’a yüz tutup “Ey seçilmiş Peygamber, ey bize şefkatli zat,
  • این نشاید از تو کین ظلمیست فاش ** قهر کردی بی‌گناهی را بلاش
  • Bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir kabahati yokken kahrettin” dediler.
  • عزم کردن داود علیه السلام به خواندن خلق بدان صحرا کی راز آشکارا کند و حجتها را همه قطع کند
  • Davud Aleyhisselâm’ın, bu gizli şeyi meydana çıkarıp apaşikâr göstermek ve getirilen delilleri çürütmek üzere halkı ovaya çağırması
  • گفت ای یاران زمان آن رسید ** کان سر مکتوم او گردد پدید
  • Davut dedi ki: “Dostlar, gayri o gizli şeyin meydana çıkması zamanı geldi.
  • جمله برخیزید تا بیرون رویم ** تا بر آن سر نهان واقف شویم
  • Hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı öğrenelim.
  • در فلان صحرا درختی هست زفت ** شاخهااش انبه و بسیار و چفت
  • Filân ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur, birbirleriyle birleşmişlerdir.