- 
		    آن گریز عیسی نه از بیم بود ** آمنست او آن پی تعلیم بود
 
		    - İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زمهریر ار پر کند آفاق را ** چه غم آن خورشید با اشراق را
 
		    - Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  قصهی اهل سبا و حماقت ایشان و اثر ناکردن  نصیحت انبیا در احمقان
 
		  - Sebâlılar’ın ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara tesir etmemesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   یادم آمد قصهی اهل سبا ** کز دم احمق صباشان شد وبا   2600
 
		    - Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن سبا ماند به شهر بس کلان ** در فسانه بشنوی از کودکان
 
		    - Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کودکان افسانهها میآورند ** درج در افسانهشان بس سر و پند
 
		    - Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هزلها گویند در افسانهها ** گنج میجو در همه ویرانهها
 
		    - Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بود شهری بس عظیم و مه ولی ** قدر او قدر سکره بیش نی
 
		    - Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   بس عظیم و بس فراخ و بس دراز ** سخت زفت زفت اندازهی پیاز   2605
 
		    - Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مردم ده شهر مجموع اندرو ** لیک جمله سه تن ناشستهرو
 
		    - On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اندرو خلق و خلایق بیشمار ** لیک آن جمله سه خام پختهخوار
 
		    - Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جان ناکرده به جانان تاختن ** گر هزارانست باشد نیم تن
 
		    - Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن یکی بس دور بین و دیدهکور ** از سلیمان کور و دیده پای مور
 
		    - Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   و آن دگر بس تیزگوش و سخت کر ** گنج و در وی نیست یک جو سنگ زر   2610
 
		    - Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    وآن دگر عور و برهنه لاشهباز ** لیک دامنهای جامهی او دراز
 
		    - Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت کور اینک سپاهی میرسند ** من همیبینم که چه قومند و چند
 
		    - Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه میگویند پیدا و نهان
 
		    - Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن برهنه گفت ترسان زین منم ** که ببرند از درازی دامنم
 
		    - Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   کور گفت اینک به نزدیک آمدند ** خیز بگریزیم پیش از زخم و بند   2615
 
		    - Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کر همیگوید که آری مشغله ** میشود نزدیکتر یاران هله
 
		    - Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن برهنه گفت آوه دامنم ** از طمع برند و من ناآمنم
 
		    - Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… Gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شهر را هشتند و بیرون آمدند ** در هزیمت در دهی اندر شدند
 
		    - Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اندر آن ده مرغ فربه یافتند ** لیک ذرهی گوشت بر وی نه نژند
 
		    - O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   مرغ مردهی خشک وز زخم کلاغ ** استخوانها زار گشته چون پناغ   2620
 
		    - Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زان همیخوردند چون از صید شیر ** هر یکی از خوردنش چون پیل سیر
 
		    - Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler… Üçü de tok filler gibi semirip şiştiler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هر سه زان خوردند و بس فربه شدند ** چون سه پیل بس بزرگ و مه شدند
 
		    - Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler!