English    Türkçe    فارسی   

3
2611-2635

  • وآن دگر عور و برهنه لاشه‌باز ** لیک دامنهای جامه‌ی او دراز
  • Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
  • گفت کور اینک سپاهی می‌رسند ** من همی‌بینم که چه قومند و چند
  • Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
  • گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه می‌گویند پیدا و نهان
  • Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
  • آن برهنه گفت ترسان زین منم ** که ببرند از درازی دامنم
  • Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
  • کور گفت اینک به نزدیک آمدند ** خیز بگریزیم پیش از زخم و بند 2615
  • Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”
  • کر همی‌گوید که آری مشغله ** می‌شود نزدیکتر یاران هله
  • Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin!
  • آن برهنه گفت آوه دامنم ** از طمع برند و من ناآمنم
  • Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… Gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim!
  • شهر را هشتند و بیرون آمدند ** در هزیمت در دهی اندر شدند
  • Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
  • اندر آن ده مرغ فربه یافتند ** لیک ذره‌ی گوشت بر وی نه نژند
  • O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
  • مرغ مرده‌ی خشک وز زخم کلاغ ** استخوانها زار گشته چون پناغ 2620
  • Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü.
  • زان همی‌خوردند چون از صید شیر ** هر یکی از خوردنش چون پیل سیر
  • Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler… Üçü de tok filler gibi semirip şiştiler.
  • هر سه زان خوردند و بس فربه شدند ** چون سه پیل بس بزرگ و مه شدند
  • Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler!
  • آنچنان کز فربهی هر یک جوان ** در نگنجیدی ز زفتی در جهان
  • Üç genç de öyle semirdi, öyle şişmanladı ki şişmanlıktan âleme sığamaz oldular!
  • با چنین گبزی و هفت اندام زفت ** از شکاف در برون جستند و رفت
  • Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler!
  • راه مرگ خلق ناپیدا رهیست ** در نظر ناید که آن بی‌جا رهیست 2625
  • Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze gelmez… Acayip bir çıkış yeridir.
  • نک پیاپی کاروانها مقتفی ** زین شکاف در که هست آن مختفی
  • İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli çatlağından geçip gitmede!
  • بر در ار جویی نیابی آن شکاف ** سخت ناپیدا و زو چندین زفاف
  • Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler.
  • شرح آن کور دوربین و آن کر تیزشنو و آن برهنه دراز دامن
  • Uzaktakini bile gören köle, keskin kulaklı sağır, uzun elbiseli çıplağın açıklanması
  • کر امل را دان که مرگ ما شنید ** مرگ خود نشنید و نقل خود ندید
  • Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi.
  • حرص نابیناست بیند مو بمو ** عیب خلقان و بگوید کو بکو
  • Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söyler de,
  • عیب خود یک ذره چشم کور او ** می‌نبیند گرچه هست او عیب‌جو 2630
  • Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin ayıbını arar!
  • عور می‌ترسد که دامانش برند ** دامن مرد برهنه چون درند
  • Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler!
  • مرد دنیا مفلس است و ترسناک ** هیچ او را نیست از دزدانش باک
  • Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta. Hâlbuki hırsızlardan hiç de korkmaması lâzım.
  • او برهنه آمد و عریان رود ** وز غم دزدش جگر خون می‌شود
  • Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek… Böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta!
  • وقت مرگش که بود صد نوحه بیش ** خنده آید جانش را زین ترس خویش
  • Fakat hayattayken bunca feryad ü figan etti ağlayıp sızladıydı ya… Ölürken kendisi de bu korkusuna şaşar, güler!
  • آن زمان داند غنی کش نیست زر ** هم ذکی داند که او بد بی‌هنر 2635
  • O zaman zengin hiçbir pulu olmadığını… Zeki, hiçbir hüneri bulunmadığını anlar.