-
ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مهایست
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
-
گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد
- Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
-
لرز لرزان و بترس و احتیاط ** مینهد پا تا نیفتد در خباط 280
- Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
-
ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمهی ماری شده
- Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
-
قصهی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
- Seba’lılar ve nimetten azmaları
-
تو نخواندی قصهی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
- Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
-
از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
- O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
-
او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
- Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
-
داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ 285
- Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
-
شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
- O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
-
مر سگی را لقمهی نانی ز در ** چون رسد بر در همیبندد کمر
- Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
-
پاسبان و حارس در میشود ** گرچه بر وی جور و سختی میرود
- Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
-
هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
- Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
-
ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش میکنند آن دم ادب 290
- Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
-
که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
- İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
-
میگزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
- Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
-
از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
- Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
-
بس غذای سکر و وجد و بیخودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
- Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
-
باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همیگردی ز حرص 295
- Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
-
بر در آن منعمان چربدیگ ** میدوی بهر ثرید مردریگ
- O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
-
چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
- Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
-
جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعهی عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
- Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
-
صومعهی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
- İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
-
جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
- Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
-
بر در آن صومعهی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح 300
- Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
-
او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوبکیش
- İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
-
جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
- Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.