English    Türkçe    فارسی   

3
2829-2853

  • بی نصیب آیی از آن نور عظیم ** بسته‌روزن باشی از ماه کریم
  • O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!
  • تو درون چاه رفتستی ز کاخ ** چه گنه دارد جهانهای فراخ 2830
  • Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş âlemlerin ne günahı var?
  • جان که اندر وصف گرگی ماند او ** چون ببیند روی یوسف را بگو
  • Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusuf’un yüzünü nasıl görebilir, söyle!
  • لحن داودی به سنگ و که رسید ** گوش آن سنگین دلانش کم شنید
  • Davud’un sesi dağlara, taşlara ulaştı da yine o taş yüreklilerin kulaklarına girmedi!
  • آفرین بر عقل و بر انصاف باد ** هر زمان والله اعلم بالرشاد
  • Her an akla, insafa aferin! Doğrusunu Allah bilir ya!
  • صدقوا رسلا کراما یا سبا ** صدقوا روحا سباها من سبا
  • Ey Sebâlılar, peygamberleri tasdik edin, Allah’a olan ruhu tasdik edin!
  • صدقوهم هم شموس طالعه ** یومنوکم من مخازی القارعه 2835
  • Tasdik edin; onlar doğmuş güneşlerdir… Onlar sizi kıyametin azaplarından kurtarırlar.
  • صدقوهم هم بدور زاهره ** قبل ان یلقوکم بالساهره
  • Tasdik edin; onlar kıyamet kopmadan önce, oraya varmanızdan evvel sizi de nurlandıran, âlemi de nurlandıran aydın dolunaydır.
  • صدقوهم هم مصابیح الدجی ** اکرموهم هم مفاتیح الرجا
  • Tasdik edin; onlar karanlıkları aydınlatan ışıklardır… Ulu tutun, ağırlayın… Onlar, rica ve niyaz anahtarlarıdır.
  • صدقوا من لیس یرجو خیرکم ** لا تضلوا لا تصدوا غیرکم
  • Hayrınızdan başka bir şey dilemeyenleri tasdik edin… Kendinizden başka kimseyi azdırmayın, kimseye tecavüz etmeyin!
  • پارسی گوییم هین تازی بهل ** هندوی آن ترک باش ای آب و گل
  • Bırak bu Arapça’yı, Farsça konuşalım. Ey sudan topraktan ibaret insan, o Türk’ün Hindusu ol (o güzelin yanağına bi siyah ben kesil!)
  • هین گواهیهای شاهان بشنوید ** بگرویدند آسمانها بگروید 2840
  • Kendinize gelin de padişahların seslerini duyun. Onlara gökler bile inandılar, gökler bile.
  • معنی حزم و مثال مرد حازم
  • İhtiyat ve ihtiyatlı adam
  • یا به حال اولینان بنگرید ** یا سوی آخر بحزمی در پرید
  • Önce gelenlerin hallerine bakın yahut sonradan gelenlerin tarafına doğru ihtiyatla uçun!
  • حزم چه بود در دو تدبیر احتیاط ** از دو آن گیری که دورست از خباط
  • İhtiyat nedir? İki tedbir arasında tereddüde düşmeyip hangisi seni sürçtürmeyecekse onu yapmaktır.
  • آن یکی گوید درین ره هفت روز ** نیست آب و هست ریگ پای‌سوز
  • Birisi, “Bu yedi günlük yolda hiç su yoktur. Bütün yol ayakları yakıp kavuran kumluk” dese,
  • آن دگر گوید دروغست این بران ** که بهر شب چشمه‌ای بینی روان
  • Öbürü de “Yalan… Yürü de bak, her gece bir akan kaynak görürsün” dese,
  • حزم آن باشد که بر گیری تو آب ** تا رهی از ترس و باشی بر صواب 2845
  • İhtiyat kokudan kurtulmak ve doğruya ulaşmak için yanına su alıp yola düşmendir.
  • گر بود در راه آب این را بریز ** ور نباشد وای بر مرد ستیز
  • Yoksa su varsa, yanına aldığın suyu dök… Fakat ya yoksa… O vakit vay susuz yola düşenin haline!
  • ای خلیفه‌زادگان دادی کنید ** حزم بهر روز میعادی کنید
  • Ey halife oğulları, insaf edin de kıyamet günü için ihtiyatlı davranın!
  • آن عدوی کز پدرتان کین کشید ** سوی زندانش ز علیین کشید
  • O düşman yok mu, o düşman? Sizin atanıza da kin güttü de onu İliyyinden zindana attırdı.
  • آن شه شطرنج دل را مات کرد ** از بهشتش سخره‌ی آفات کرد
  • Gönül satrancının şahını bile mat etti de cennetten çıkarttı, belâlara uğrattı, maskara etti.
  • چند جا بندش گرفت اندر نبرد ** تا بکشتی در فکندش روی‌زرد 2850
  • Güreşte onu yere yıkmak, yüzünü sarartmak için onunla savaşa girişti, ona ne oyunlar oynadı.
  • اینچنین کردست با آن پهلوان ** سست سستش منگرید ای دیگران
  • Öyle bir pehlivana bile böyle oyunlar yapan düşmanı sakının, ehemmiyetsiz görmeyin!
  • مادر و بابای ما را آن حسود ** تاج و پیرایه بچالاکی ربود
  • O hasetçi, bizim anamızın, babamızın tacını tahtını bile el çabukluğuyla kapıverdi;
  • کردشان آنجا برهنه و زار و خوار ** سالها بگریست آدم زار زار
  • Onları, oracıkta, çırılçıplak, ağlayıp inler bir halde hor hakir bırakıverdi. Âdem, yıllarca zarı zarı ağladı.