English    Türkçe    فارسی   

3
3217-3241

  • گوش گیری آب را تو می‌کشی ** سوی زرع خشک تا یابد خوشی
  • Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o tarafa yürütürsün.
  • زرع جان را کش جواهر مضمرست ** ابر رحمت پر ز آب کوثرست
  • Cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da sana “Onları Rableri sular” hitabı gelsin…
  • تا سقاهم ربهم آید خطاب ** تشنه باش الله اعلم بالصواب
  • Allah, doğrusunu daha iyi bilir!
  • آمدن آن زن کافر با طفل شیرخواره به نزدیک مصطفی علیه السلام و ناطق شدن عیسی‌وار به معجزات رسول صلی الله علیه و سلم
  • Kâfir karısının, süt emer çocuğuyla Mustafa aleyhisselâm’ın yanına gelmesi ve çocuğun, Rasûl sallallâhu aleyhi vesellem’in mucizesiyle İsa gibi dile gelip konuşması
  • هم از آن ده یک زنی از کافران ** سوی پیغامبر دوان شد ز امتحان 3220
  • Yine o köyden bir kâfir karısı Peygamber’i sınamak için koşa koşa,
  • پیش پیغامبر در آمد با خمار ** کودکی دو ماه زن را بر کنار
  • Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk vardı.
  • گفت کودک سلم الله علیک ** یا رسول الله قد جنا الیک
  • Çocuk, Peygamber’e “Allah, sana selâm söyledi Ya Rasûllâllah, sana geldik işte” dedi.
  • مادرش از خشم گفتش هی خموش ** کیت افکند این شهادت را بگوش
  • Anası kızgınlıkla “Sus be, bu şahadeti kulağına kim üfürdü?
  • این کیت آموخت ای طفل صغیر ** که زبانت گشت در طفلی جریر
  • A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip duruyorsun?” dedi.
  • گفت حق آموخت آنگه جبرئیل ** در بیان با جبرئیلم من رسیل 3225
  • Çocuk dedi ki: “Evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde Cebrail’e ahenk uyduruyorum.“
  • گفت کو گفتا که بالای سرت ** می‌نبینی کن به بالا منظرت
  • Kadın “Nerede Cebrail?” deyince çocuk dedi ki: “Nah; başının üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak!
  • ایستاده بر سر تو جبرئیل ** مر مرا گشته به صد گونه دلیل
  • Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!“
  • گفت می‌بینی تو گفتا که بلی ** بر سرت تابان چو بدری کاملی
  • Kadın, “Sahi görüyor musun?“ dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
  • می‌بیاموزد مرا وصف رسول ** زان علوم می‌رهاند زین سفول
  • Bana Peygamber’i vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!
  • پس رسولش گفت ای طفل رضیع ** چیست نامت باز گو و شو مطیع 3230
  • Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sus“ dedi.
  • گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
  • Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
  • من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
  • Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
  • کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
  • İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
  • پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
  • Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
  • هر دو می‌گفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط 3235
  • Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.
  • آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
  • Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
  • آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
  • Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
  • ربودن عقاب موزه‌ی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
  • Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
  • اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
  • Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
  • خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
  • Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
  • هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزه‌ربای 3240
  • Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi.
  • دست سوی موزه برد آن خوش‌خطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
  • O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.