-
ایستاده بر سر تو جبرئیل ** مر مرا گشته به صد گونه دلیل
- Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!“
-
گفت میبینی تو گفتا که بلی ** بر سرت تابان چو بدری کاملی
- Kadın, “Sahi görüyor musun?“ dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
-
میبیاموزد مرا وصف رسول ** زان علوم میرهاند زین سفول
- Bana Peygamber’i vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!
-
پس رسولش گفت ای طفل رضیع ** چیست نامت باز گو و شو مطیع 3230
- Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sus“ dedi.
-
گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
- Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
-
من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
- Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
-
کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
- İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
-
پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
- Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
-
هر دو میگفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط 3235
- Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.
-
آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
- Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
-
آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
- Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
-
ربودن عقاب موزهی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
- Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
-
اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
- Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
-
خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
- Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
-
هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزهربای 3240
- Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi.
-
دست سوی موزه برد آن خوشخطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
- O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.
-
موزه را اندر هوا برد او چو باد ** پس نگون کرد و از آن ماری فتاد
- Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan düştü.
-
در فتاد از موزه یک مار سیاه ** زان عنایت شد عقابش نیکخواه
- Kapkara bir yılandı o… tavşancıl, bu hareketiyle Peygamber’e iyilik etmek istemiş, Allah inayetine sebep olmuştu.
-
پس عقاب آن موزه را آورد باز ** گفت هین بستان و رو سوی نماز
- Kuş, sonra pabucu getirip “Buyur, namaza git” diye Peygamber’in önüne koydu.
-
از ضرورت کردم این گستاخیی ** من ز ادب دارم شکستهشاخیی 3245
- Âdeta “Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir, bilirim“ diyordu.
-
وای کو گستاخ پایی مینهد ** بی ضرورت کش هوا فتوی دهد
- Vay o kişiye ki küstahça adım atar, nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir!
-
پس رسولش شکر کرد و گفت ما ** این جفا دیدیم و بود این خود وفا
- Peygamber, şükretti de dedi ki: “Biz, bunu cefa sanıyorduk, hâlbuki vefanın ta kendisiymiş!“
-
موزه بربودی و من درهم شدم ** تو غمم بردی و من در غم شدم
- Pabucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm!
-
گرچه هر غیبی خدا ما را نمود ** دل در آن لحظه به خود مشغول بود
- Allah, bize bütün gaypları gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle meşguldü! “
-
گفت دور از تو که غفلت در تو رست ** دیدنم آن غیب را هم عکس تست 3250
- Tavşancıl, “Sen, gafil olmazsın, bu, senden uzak. Ey Mustafa, benim gaybı görmem de sendeki bilginin aksinden!
-
مار در موزه ببینم بر هوا ** نیست از من عکس تست ای مصطفی
- Havadayken pabucun içindeki yılanı görmem, kendimden değil, senden aksetti bu bana“ dedi.