-
نوحوار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
- Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
-
عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
- Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
-
زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
- O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
-
زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
- Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
-
وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقهی آن نور باشد دایما 3590
- Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur.
-
نه سحابش ره زند خود نه غروب ** وا رهید او از فراق سینه کوب
- Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir.
-
اینچنین کس اصلش از افلاک بود ** یا مبدل گشت گر از خاک بود
- Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır.
-
زانک خاکی را نباشد تاب آن ** که زند بر وی شعاعش جاودان
- Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki…
-
گر زند بر خاک دایم تاب خور ** آنچنان سوزد که ناید زو ثمر
- Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toprağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.
-
دایم اندر آب کار ماهی است ** مار را با او کجا همراهی است 3595
- Daima suda kalmak balığın harcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek?
-
لیک در که مارهای پر فناند ** اندرین یم ماهییها میکنند
- Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar.
-
مکرشان گر خلق را شیدا کند ** هم ز دریا تاسهشان رسوا کند
- Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider.
-
واندرین یم ماهیان پر فناند ** مار را از سحر ماهی میکنند
- Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar.
-
ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
- Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
-
بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد 3600
- Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer.
-
تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
- Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
-
آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
- Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
-
بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
- Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
-
شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
- Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
-
گر هزاران طالباند و یک ملول ** از رسالت باز میماند رسول
- Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
-
این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیلخو 3605
- Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler.
-
نخوتی دارند و کبری چون شهان ** چاکری خواهند از اهل جهان
- Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler.
-
تا ادبهاشان بجاگه ناوری ** از رسالتشان چگونه بر خوری
- Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nasıl faydalanabilirsin?
-
کی رسانند آن امانت را بتو ** تا نباشی پیششان راکع دوتو
- Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç?
-
هر ادبشان کی همیآید پسند ** کامدند ایشان ز ایوان بلند
- Onlarca öyle her edep, her terbiye de beğenilmez. Çünkü onlar, ulu bir tapıdan gelmişlerdir.
-
نه گدایانند کز هر خدمتی ** از تو دارند ای مزور منتی 3610
- Onlar yoksul değiller ki ettiğin hizmetlere karşı teşekkür etsinler, minnet altında kalsınlar a müzevir!