English    Türkçe    فارسی   

3
3651-3675

  • زانک ماهیات و سر سر آن ** پیش چشم کاملان باشد عیان
  • Çünkü mahiyetlerle onların sırrının sırrı, kâmillerin gözü önünde apaçıktır.
  • در وجود از سر حق و ذات او ** دورتر از فهم و استبصار کو
  • Varlık âleminde Allah’ın sırrından Allah’ın zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe sığmaz ne var?
  • چونک آن مخفی نماند از محرمان ** ذات و وصفی چیست کان ماند نهان
  • O bile mahremlerden gizli kalmazsa artık bir şeyin mahiyeti bir şeyin vasfı nedir ki gizli kalsın?
  • عقل بحثی گوید این دورست و گو ** بی ز تاویل محالی کم شنو
  • Akıl, bir bahiste bu olmayacak şey, akıldan uzak tevile sığmaz, olmayacak şeyi dinleme der.
  • قطب گوید مر ترا ای سست‌حال ** آنچ فوق حال تست آید محال 3655
  • Kutup da, sana der ki “A düşkün, anlayışından üstün gördüğün şeylere olmayacak şey diyorsun.
  • واقعاتی که کنونت بر گشود ** نه که اول هم محالت می‌نمود
  • Şimdi sana keşf olan vakalar da sana evvelce olmayacak şeyler görünmüyor muydu?
  • چون رهانیدت ز ده زندان کرم ** تیه را بر خود مکن حبس ستم
  • Allah, keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken bu Tih ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!”
  • جمع و توفیق میان نفی و اثبات یک چیز از روی نسبت و اختلاف جهت
  • Nisbet ve zâhiri ihtilâf yüzünden bir şeyde hem nefiy, hem de ispatın birleşmesi
  • نفی آن یک چیز و اثباتش رواست ** چون جهت شد مختلف نسبت دوتاست
  • Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır, nispet de iki türlü olabilir.
  • ما رمیت اذ رمیت از نسبتست ** نفی و اثباتست و هر دو مثبتست
  • Allah’ın “O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat ve ikisi de yerindedir.
  • آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود 3660
  • Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti.
  • زور آدم‌زاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
  • İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
  • مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
  • Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
  • یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
  • Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
  • همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
  • Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
  • لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم می‌زنند 3665
  • Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.
  • پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
  • Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;
  • انهم تحت قبابی کامنون ** جز که یزدانشان نداند ز آزمون
  • Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’tan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki” dedi.
  • هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
  • Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
  • مسله‌ی فنا و بقای درویش
  • Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
  • گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
  • Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
  • هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو 3670
  • Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.
  • چون زبانه‌ی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
  • O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
  • هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
  • Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
  • نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
  • Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
  • در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
  • İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
  • نیست باشد طعم خل چون می‌چشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی 3675
  • Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.